08 Ağustos 2025

Paul Krugman - Ülke Bir Şirket Değildir

paul-krugman-ulke-bir-sirket-degildir

Ülke Bir Şirket Değildir¹

Paul Krugman²

Çeviren: Ali İhsan Karacan

İş yaşamına girmeyi planlayan üniversite öğrencileri çoğunlukla ekonomi alanında yoğunlaşırlar, ancak onlardan çok azı ders aldıkları sınıfta duyduklarını ileride kullanacaklarına inanırlar. Bu öğrenciler temel gerçeğin farkına varırlar: Ekonomi derslerinde öğrendikleri bir ticari işletmeyi yürütmede onlara yardımcı olmayacaktır.

Tersi de doğrudur: İnsanların bir ticari işletmeyi yönetirken öğrendikleri onlara ekonomi politikalarını formüle etmede yardımcı olmayacaktır. Bir ülke büyük bir şirket değildir. Bir kişiyi büyük bir iş lideri yapan düşünce yapısı, genelde, onu önemli bir ekonomik analist yapmayı sağlayacak nitelikler değildir; 1 milyar Dolara sahip bir yönetici 6 trilyon Dolarlık bir ekonomi hakkında tavsiyelerine başvuralması nadiren doğru olacak bir kişidir.

Bu neden belirtilmelidir? Ne işinsanları ne de ekonomistler genellikle iyi birer ozan değillerdir ama ne farkeder ki? Ancak bir çok insan (en azından başarılı şirket yöneticileri), kendisine kişisel servet yapmış bir kişinin bütün bir ulusu daha varlıklı yapacağına inanmaktadır. Gerçekte, genellikle onların tavsiyeleri feci halde yanıltıcı olan yolgöstericilerdir.

İşinsanlarının aptal veya ekonomistlerin de özellikle akıllı olduklarını ileriye sürmüyorum. Karşıt olarak, eğer 100 en tepedeki şirket yöneticisi ile 100 önemli ekonomist biraraya gelselerdi işinsanlarının en az etkileyici olanı muhtemelen ekonomistlerin en etkileyici olanını gölgede bırakırdı. Benim söylediğim ekonomik analiz için gerekli olan düşünüş tarzının bir şirketi başarıya götürenden çok farklı olduğudur. Bu farklılığı anlayarak iyi ekonomik analiz yapmanın manasının ne olduğunu anlamaya başlayabilir ve belki de bazı işinsanlarının onları kesinlikle daha akıllı yapacak büyük ekonomistler olmalarına da yardımcı olabiliriz.

Gelin, örnek olarak şirket üst yöneticilerinin genellikle anlamadıklarını gördüğüm iki ekonomik konu ile başlayalım: birincisi, ihracat ve iş yaratmak arasındaki ilişki, ve ikincisi de yabancı yatırım ile ticaret dengesi arasındaki ilişkidir. Kısmen en iyi bildiğim konu ve aynı zamanda da işinsanlarının ülkeler ve şirketler arasında yanlış benzetimler yapmaya özellkle eğilimli oldukları bir alan olduğu için her iki konu da uluslararası ticaret ile ilgilidir.

 

İhracat ve İşler

Şirket yöneticileri uluslararası ticaret ve ülke-içi iş yaratımı arasındaki ilişki hakkında iki konuyu mütemadiyen yanlış anlamaktadırlar. Birincisi, ABD’li işinsanları serbest ticareti savunduklarından genellikle dünya ticaretinin genişlemesinin dünya istihdamı için iyi olduğunu kabul ederler. Özellikle, bütün dünyada daha çok iş anlamına geldiği için yakınlarda sonuçlanan General Agreement on Tariffs and Trade gibi serbest ticaret anlaşmalarının büyük ölçüde iyi olduğuna inanırlar. İkincisi, işinsanları, ülkelerin iş için yarıştığına inanma eğilimindedirler. Bu düşünce, Birleşik Devletler daha fazla ihracat yaparsa, daha fazla insan istihdam edeceğimize ve daha fazla ithalat yaparsak daha az iş olacağına götürür. Bu yaklaşıma göre, Birleşik Devletler sadece serbest ticarete sahip olmamalı aynı zamanda serbest ticaretin yaratacağı iş imkanlarının daha büyük bir kısmını alabilmek için yeterince rekabetçi de olmalıdır.

Bu önermeler makul gibi görünüyormu? Kuşkusuz evet. Bu tarz retorik son ABD Başkanlık seçimine eğemen olmuştur ve sonraki yarışta da muhtemelen yeniden işitilecektir. Ancak, genelde ekonomistler, serbest ticaretin dünya genelinde daha fazla iş yaratacağına (veya serbest ticaretin yararlarının iş yaratımı ile ölçülmesine) veya büyük ölçüde başarılı ihracatçı olan ülkelerin ticaret açığı olan ülkelerden daha düşük işssizliğe sahip olacaklarına inanamazlar.

 

İşinsanları için ortak akılmış gibi görünen bu düşüncelerin altına

Ekonomistler imza atmazlar? Serbest ticaretin daha fazla global iş anlamınına geldiği düşüncesi açık görünmektedir: Daha fazla ticaret daha fazla ihracat ve bu nedenle de daha fazla ihracat-bağlantılı iş anlamına gelir. Ama bu argümanla ilgili bir sorun vardır. Bir ülkenin ihracatı diğer ülkenin ithalatı olduğundan ihracat satışlarının her Doları, tamamen matematiksel zorunluluk meselesi olarak, ülkenin yerli mallarından ithal olanlara kaymış olan harcamaların dolarıyla eşleşir. Serbest ticaretin dünyada toplam harcamayı artıracağı yönünde düşünmek için bir neden olmadıkça – ki zorunlu bir sonuç değildir – dünyanın toplam talebi değişmeyecektir.

Tartışmasız olan bu matematiksel noktanın ötesinde toplamda mevcut olabilecek iş sayısını belirleyen sınırların ne olduğu sorusu yatmaktadır. Sadece mallara olan yetersiz bir talep meselesimidir? Çok kısa dönem hariç kuşkusuz hayır. Buna rağmen talebi artırmak kolaydır. Federal Reserve istediği kadar para basabilir ve istediğinde ekonomik bir canlanma yaratabilme gücüne sahip olduğunu da defalarca göstermiştir. O zaman, FED ekonomiyi neden her zaman canladırma halinde tutamaz? İyi niyetle, eğer bunu yaparsa -çok fazla iş yaratırsa- sonucun kabul edilemez olacağına ve enflasyonu hızlandıracağına inanmaktadır. Bir başka deyişle, Birleşik Devletlerde iş sayısının üzerindeki sınırlama, ihracat veya herhangi bir başka kaynaktan ABD ekonomisinin talep yaratma gücü değil, ama FED’in enflasyonu kontrol altında tutmak için ekonominin gerksinme duyduğunu düşündüğü işsizlik seviyesidir. Bu soyut bir şey değildir. 1994 boyunca FED faiz oranlarını yedi kez artırdı ve bunu da aşırı ölçüde iş yaratacağı, ekonomiyi aşırı ısındıracağı ve enflasyona yol açacağından korktuğu ekonomik canlanmayı soğutmak için yaptığını gizlememiştir. İstihdam üzerinde ticaretin etkisinin ne anlama geldiğini ele alalım. ABD ekonomisinin bir ihracat dalgası yaşadığını varsayalım. Örneğin varsayalım ki, Çin 200 milyar Dolar değerinde ABD malı almayı kabul ederse Birleşik Devletler köle işgücü konusundaki itirazlarını düşürmeyi kabul etsin. FED ne yapmalıdır? Faiz oranlarını yükselterek ihracatın genişletici etkisini telafi edebilir: böylece ihracat-bağlantılı işlerde herhangi bir artış az veya çok inşaat gibi ekonominin faiz oranına duyarlı sektörlerindeki iş kayıpları ile karşılanır. Tersi olarak, FED bir ithalat dalgasına faiz oranlarını düşürerek cevap verirdi ve böylece ithalatla rekabet için doğrudan kaybedilecek işler kabaca başka bir yerdeki işlerin sayısındaki artış ile karşılanırdı.

Serbest ticaretin her zaman tam olarak dünya ithalatını dünya ihracatı kadar artıracağını bilmezlikten gelsek bile serbest ticaretin ABD istihdamını artıracağını beklemek için hala bir neden olmadığı gibi örneğin ihracat teşviği gibi bir başka ticaret politikasının da ülkemizde toplam iş sayısını artıracağını beklememeliyiz. ABD ticaret bakanı, ABD şirketleri için milyarlarca dolarlık yeni siparişlerle bir dış geziden geri döndüğünde ihracatla ililişkili iş yaratma etkisi olabilir de olmayabilir de. Eğer olursa, ekonominin başka yerlerinde kabaca aynı sayıda işi de yok eder. ABD ekonomisinin ihracatı artırma veya ithalatı çevirme gücü yeni iş yaratmayı başarma konusunda esas tibariyle bir şey yapamaz.

Söylemeye gerek yok ki, bu argüman işdünyasıdan dinleyicilere hoş gelmez (Bir iş paneliinde Kuzey Amerka Serbest Ticaret Anlaşmasının Birleşik Devletlerde toplam iş sasyısı üzerinde pozitif veya negatif bir etkisi olmayacağını ileriye sürdüğümde, panelistlerden birisi –NAFTA destekçisi-, öfkeli bir biçimde tepki göstermişti: ”İnsanların ekonomistlerden neden nefret ettiklerini açıklamaya benzeyen yorumlardı.”). Artan ihracattan sağlanan işler ile ithalat rekabetinden kaybedilen işler gerçektir: yabancıların satın aldığı malları üreten insanları, ithalat rekabeti nedeniyle kapanan fabrikaların çalışanlarını gerçekte görebilirsiniz. Ekonomistlerin hakkında konuştuğu diğer etkiler soyut görünmektedirler. Ve FED’in hem iç hedefi hem de bunu gerçekleştrebilecek araçları olduğu düşüncesini kabul ederseniz ihracat ve ithalatdaki değişimlerin genel olarak istihdam üzerindeki küçük bir etkisi olacağı sonucuna ulaşmanız gerekir.

 

Yatırım ve Ticaret Dengesi

İkinci örneğimiz, yabancı yatırım ile ticaret dengesi arasındaki ilişki, işinsanları için aynı şekilde sorunludur. Varsayalım ki, yüzlerce çokuluslu şirket bir ülkenin ideal bir üretim alanı olduğuna karar versin ve ülkeye yeni üretim tesisleri inşaa etmek için o yıl milyarlarca dolar akıtmaya başlasınlar. Ülkenin ticaret dengesinde ne olur? İstisnasız hemen bütün şirket yöneticileri ülkenin ticaret fazlası vermeye başlayacağına inanırlar. Ekonomistlerin, böyle bir ülkenin zorunlu olarak büyük ticaret açığı vereceği şeklindeki cevapları ile genellikle ikna olmazlar.

İşinsanlarının cevaplarının nereden geldiğini görmek kolaydır. Onlar kendi şirketlerini düşünürler ve kendi sektörlerinde kapasite birden genişlerse ne olacağı sorusunu sorarlar. Açıktırki, şirketleri daha az ithal edecek ve daha çok ihracat yapacaktır. Aynı hikaye bir çok endüstride gerçekleşmişse bu kesin olarak ekonominin bütünü için ticaret fazlası yönüden bir kayma anlamına gelecektir.

Ekonomist, gerçeğin bunun tam tersi olduğunu bilir. Neden? Ticaret dengesi ödemeler dengesinin bir parçası olduğu ve bir ülkenin genel ödemeler dengesi – yabancılara yapılan toplam satışlar ile yabancılardan yapılan toplam alışlar farkı- her zaman sıfır olmak zorundadır. 3 Kuşkusuz bir ülke ticaret açığı veya fazlası verebilir. Yabancılardan onlara sattığından daha fazla mal alabilir veya tersi olabilir. Ama bu dengesizlik he zaman sermaye hesabında buna tekabül eden bir dengeszilik ile eşleşmelidir. Ticaret açığı veren bir ülke yabancılara onlardan aldığından daha fazla varlık satmak zorundadır; fazla veren bir ülke ise yurtdışında net bir yatırımcıdır. Birleşik Devletler Japon otomobilleri satın aldığında karşılığında bir şey satmalıdır; bu Boeing jetleri olabilir, ama bu Rockfeller Center de olabilir veya bu amaçla Hazine bonoları da olabilir. Bu sadece ekonomistlerin sahip olduğu bir kanı değildir, bu kaçınılmaz bir muhasebeleştirme gerçeğidir.

O zaman bir ülke daha çok yabancı sermaye çektiğinde ne olur? Sermaye akışı ile, yabancılar bu ülkede ikamet edenlerin yurtdışında satın aldığı varlıklardan daha fazla varlığı bu ülkede satın alırlar. Bu ise, bir muhasebe denkliği olarak, ülkenin ithalatının aynı zamanda ihracatını da aşması gerektiği anlamındadır. Büyük yabancı sermaye akımı çeken bir ülke zorunlu olarak büyük bir ticaret açığı verecektir.

Ama bu sadece muhasebeleştirmedir. Uygulamada nasıl olur? Şirketler fabrika inşaa ettiklerinde bazı ithal ekipmanlar satın alacaklardır. Yatırım girişi ithalat talebinin yükselmesine yol açan bir ülke içi genişlemeyi tahrik edecektir.

Eğer, ülke dalgalı kur rejimine sahipse yatırım akışı paranın değerini yukarıya doğru itecektir; eğer ülkenin kambiyo kuru sabit ise sonuç enflasyon olabilir. Her iki senaryo ülkenin mallarının ihracat pazarlarının dışına itilecek şekilde fiyatlanması ve ithalatının artması eğilimi yaratacaktır. Hangi kanal olursa olsun, ticaret dengesinin sonucunda kuşku yoktur: Sermaye girişleri ticaret açıklarına yola açar.

Örneğin, Meksika’nın yakın tarihini ele alalım. 1980’lerde Meksika’ya hiç kimse yatırım yapmazdı ve ülke ticaret fazlası veriyordu. 1989’dan sonra Meksika’nın geleceği hakkında yeni iyimserlik üzerine yabancı sermaye aktı. Bu paranın bir kısmı Meksika’nın yeni fabrikaları için ithal edilen ekipmana harcandı. Kalanı ise ithalatın emdiği ve pesonun artan bir biçimde aşırı değerlenmesine neden olan iç talep patlamasını ateşledi. Bu, tersine ihracatı caydırdı ve çoğu Meksikalıların ithal edilmiş mallar satın alması ile sonuçlandı. Sonuç: Büyük sermaye girişleri eşit bir biçimde büyük ticaret açıkları ile eşleşti. Ardından Aralık 1994’de peso krizi geldi. Bir kez daha yatırımcılar girmeye değil de Meksika’dan çıkmaya çalışıyorlardı ve senaryo tersine dönmüştü. Yeni devalue edilmiş bir pesonun da etkisiyle çöküşteki bir ekonomi ithalat talebini azaltmıştı. Zayıf bir paranın yardımıyla da Meksikanın ihracatı yükseldi. Herhangi bir ekonomistin de tahmin edebileceği gibi Meksika’da yabancı yatırımın çökmesi eşit ve ters yönde hareket eden bir Meksika ticaret fazlası ile karşılandı.

İleriye sürüldüğü gibi, genişleyen ihracat daha fazla istihdam anlamına gelmiyordu, yabancı yatırım çeken ülkelerin tipik olarak dış ticaret açığı vereceği şeklindeki zorunlu sonuç iş dünyasının dinleyicileriyle birlikte kötü bir biçimde birlikte oturuyordu. Yabancı yatırımın ticaret dengesini kötüleştirebilceği spesifik yollar onlar için kuşkulu görünüyor. Yatırımcılar gerçekten ithal edilmiş ekipmana bu kadar çok harcama yapacaklarmı? Değerlenecek bir para, eğer ihracatı azaltıyor ve ithalatı artırıyorsa, bunu nasıl biliyoruz? İşinsanlarının kuşkuculuğunun temelinde yatan, bir sermaye girişine bir ticaret açığının eşlik etmesinin – olası değil- zorunlu olduğunu söyleyen muhasebenin gücünü anlamaktaki başarısızlığıdır.

Yukarıdaki örneklerin herbirinde, ekonomistlerin doğru ve işinsanlarının yanlış olduğunda herhangi bir kuşku yoktur. Ama ekonomistlerin zorunlu buldukları argümanlar işinsanları için gerçekten inanılmaz ve hatta akıl dışı mı (counterintuitive) bulununur.?

Bu sorunun iki cevabı vardır. Yüzeysel cevap, iş yaşamının deneyimleri uygulayıcılara ekonomistlerin argümanlarının gerisinde yatan ilkeleri aramayı genellikle öğretmediğidir. Daha derin cevap, bireysel bir işte tipik olarak ortaya çıkan geri-bildirimlerin türleri bir bütün olarak ekonomide ortaya çıkan geribildirim çeşitlerinden hem daha zayıftır hem de daha farklıdır. Bu cevapların herbirini analiz etmeme izin verin.

 

Etkisiz Hale Getirilmiş Çıyanın Hikayesi

Çok başarılı her işinsanı öğrendikleri hakkında bir kitap yazar. Bu kitapların bazıları hatıralardır: Bir kariyeri anekdotlar yoluyla anlatır. Bazıları ise, büyük bir insanın başarısının dayandığı ilkeleri hırslı bir tanımlama çabasıdırlar.

Hemen istisnasız ilk türden kitap ikincisinden sadece satış bakımından değil ciddi düşünürler arasında kabul bakımından da daha başarılı olmaktan uzaktır. Neden? Bir şirket lideri sadece genel bir şirket teorisi geliştirerek değil özel üretim üretim stratejileri veya işleyen organizasyon yenilikleri de geliştirerek başarılı olur. Bildiklerini kodifiye etmeye teşebbüs eden bazı büyük işainsanları vardır, ama böylesi teşebbüsler hemen her zaman hayal kırıklığı olmuştur. George Soros’un kitabı okuyucularına diğer George Soros’un nasıl olduğu hakkında çok az şey söyler; ve bir çok kişi Warren Buffet’in uygulamada Warren Buffet Yolu ile yatırım yapmadığına işaret etmektedirler. Buna rağmen, bir finans sihirbazı finansal piyasaların genel ilkelerini ilan etmekle değil ama özel, büyük ölçüde spesifik fırsatları başka herkesten biraz daha hızlı sezmekle bir servet yapar.

Aslında, büyük iş yöneticileri yaptıklarını formalize etmeye, bir ilkeler seti olarak yazıya geçirmeye çalıştıklarında çoğunlukla kendilerini güç duruma soktukları görülür. Önceki başarıları sezgi ve yenilik yapma arzusuna dayanmasına karşın olmaları gerektiğinin sanıldığı gibi davranmaya başlarlar. Bu bize, 100 bacağını nasıl koordine ettiği sorulan bir çıyan hakkındaki eski bir fıkrayı hatırlatır: Çıyan bu soru hakkında düşünmeye başladı ve asla yeniden düzgün bir biçimde yürüyemedi.

Bir iş lideri genel teorileri formüle etmede veya ne yaptığını açıklamada çok iyi olmasa bilse bile işinsanının kendi işindeki fırsatları bulma ve sorunları çözmedeki yeteneğinin ulusal ekonomiye uygulayabileceğine inananlar vardır. Bununla birlikte Birleşik Devletler Başkanı’nın ekonomik danışmanlarından gereksinimi bilinen risaleler değil ne yapılması konusundaki sağlam tavsiyelerdir.  Bir ticari işi yürütmede tutarlı bir biçimde iyi kararlar vermiş bir kimse bir ülkeyi yönetmede Başkana neden iyi tavsiyeler verecek kişi değildir? Kısacası, bir ülke büyük bir şirket olmadığı içindir.

Bir çok insan en büyük bir şirket ile ulusal bir ekonomi arasında karmaşıklıktaki farkı bile anlama güçlüğüne sahiptir. Birleşik Devletler ekonomisi, Birleşik Devletlerin en büyük işvereni olan olan General Motors’un yaklaşık 200 katı 12 milyon insan istihdam etmektedir. En büyük ticari organizasyon ve ulusal ekonomi arasındaki karmaşıklaktaki farklılığı bu 200’e 1 oranı bile büyük ölçüde eksik gösterir. Bir matematikçi büyük bir grupta yer alan insanlar arasındaki potansiyel etkileşimin sayısının onların sayısının karesi ile orantılı olduğunu bize söyler. Aşırı mistik olmadan Birleşik Devletler Ekonomisi bir anlamda muhtemelen en büyük şirketten yüzlerce değil ama onbinlerce defa daha karmaşıktır.

Diğer yandan çok büyük şirketlerin bile tümüyle çeşitlenmiş olmadıkları mefhumu vardır. Şirketlerin hemen büyük çoğunluğu temel bir yetenek etrafında inşa edilmişlerdir: özel bir teknoloji veya özel bir pazar tipi. Sonuç olarak bir çok farklı iş alanında olduğu görünen dev bir şirket bile merkezi bir temada birleşmeye yönelmiştir.

Birleşik Devletler ekonomisi, tersine, sadece ulusal sınırlar içinde meydana geldiğinden biraraya gelmiş olan onbinlerce bütünüyle farklı iş türleri ile sonuçta kabus gibi “conglomerate” organizasyondur. Başarılı bir buğday çiftçisinin deneyimi bilgisayar endüstrisinin nasıl çalıştığı konusunu kavramada çok az şey sağlar; buna karşılık bilgisyar endüstrisinin kendisi de bir lokantalar zinciri için başarılı iş stratejileri konusunda muhtemelen iyi bir rehber değildir.

O zaman böylesine karmaşık bir kuruluş nasıl yönetilebilir? Ulusal bir ekonomi özel stratejilere değil genel ilkelere dayanılarak yönetilmelidir. Örneğin, vergi politikası sorununu ele alalım. Sorumlu hükümetler belirli kişler veya şirketleri hedefleyerek vergileri koymazlar veya onlara özel vergi istisnaları vermez.  Gerçekte, hükümetler için belirli sektörleri teşvik etmek veya caydırmak için vergi politikası dizayn etmek nadiren iyi bir düşüncedir. Bunun yerine, iyi bir vergi sistemi yıllar içinde malî uzmanlar tarafından geliştirilmiş olan kapsamlı ilkelere uymaktadır – örneğin alternatif yatırımlar arasında nötr olmak, düşük marjinal oaranlar, gelecekteki ile halihazırdaki tüketim arasında en azlanmış ayırım.

İşinsanı için bu neden bir problemdir? Herşeyden önce, bir şirketin sağlam yönetiminin de gerisinde yatan bir çok ilkeler bulunmaktadır: tutarlı muhasebe, açık sorumluluk çizgileri, ve diğerleri. Ama, çok sayıda işinsanın akıllı bir ekonomi politika yapıcısının göreli sorumluluğu dışında olduğunu kabul güçlüğü vardır. Ticari yöneticiler önalıcı (proaktif) olmak zorundadırlar. Bu rolü kullanan bir kişi için, bu yaklaşımın ulusal ekonomi politikası için ne kadar zor ve daha az gerekli- olduğunu anlamak güçtür.

Örneğin anahtar iş alanlarını geliştirme sorununu ele alalım. Sadece, düşüncesiz bir CEO hangi alanların bir şirketin geleceği için olmayacağı belirlemeye uğraşmazdı; yatırım kararlarını bağımsız kâr merkezlerini yöneten münferit yöneticilere tümüyle bırakmış bir CEO işini yapmamış olurdu. Ama bir hükümet bir anahtar endüstriler listesi üzerinde karar vermeli ve ardından onları aktif bir biçimde geliştirmelimidir? Ekonomistlerin endüstiyel hedeflemeye karşı teorik argümanları bir yana, hükümetlerin hangi endüstrilerin önemli olabileceği yargısını vermede çok kötü bir geçmişleri olması basit bir gerçektir. Değişik zamanlarda, çelik, nükleeer enerji, sentetik yakıtlar, semiconductor hafıza, ve beşinci nesil bilgisayarların geleceğin dalgası olduğu konusunda hükümetler inandırılmışlardı. Kuşkusuz iş alemi de hatalar yapar, ama iş liderlerinin – ne kadar akıllı olduklarının önemi yoktur- hiç birisi ulusal ekonomi gibi karmaşık bir sistemi olmayan kendi endüstrileri hakkında büyük ayrıntılı bir bilgiye ve sezgiye sahip olduklarından hükümetlerin olağanüstü derecede düşük ortalama isabetine sahip değildirler.

En iyi ekonomik yönetimin hemen her zaman iyi bir çerçeve oluşturmaktan ve bunu kendi haline bırakmaktan meydana geldiği fikri, içgüdüsel olarak “kaputu kaldır ve motor üzerinde çalışmaya başla” diyen Ross Perot gibi işinsanları için anlamlı değildir.

 

Okula Geri Dönüş

Bilimsel dünyada “büyük adam hastalığı” olarak bilinen sendrom, bir alandaki meşhur bir araştırmacının, tıpta uzman olduğuna karar veren bir kimyacı veya bilişsel (cognitive) bilimde uzman olduğuna karar veren bir fizikçi gibi anlamadığı bir başka alanda güçlü kanaatler geliştirdiğinde ortaya çıkar. Aynı sendrom ekonomik danışmanlığa yükselmiş bazı iş liderlerinde de açıkça görülür: yeni bir alanda bildiriler yapabilmeden önce okula gitmelerinin gerektiğini kabul etmekte zorluk çekerler.

Bir ekonominin idare edilmesi gereken genel ilkeler, bir ticari işe uygulanacaklardan farklı olmalıdır -anlamak daha güç olmasa da farklıdır. Ticari işler muhasebesinde tümüyle kendinden emin olan bir yönetici farklı şeyleri ölçen ve farklı kavramları kullanan ulusal gelir hesaplarının nasıl okunacağını otomatik olarak bilmez. Personel yönetimi ile çalışma hukuku aynı şey olmadığı gibi şirket finansal kontrolü ve para politikası da aynı şeyler değildir. Ekonomi yöneticisi veya uzmanı olmak isteyen bir iş lideri bir kısmı kaçınılmaz olarak matematiksel olan yeni bir lügat ve kavramlar seti öğrenmek zorundadır.

Bir iş lideri için, özellikle çok başarılı olan birisi için, bunun kabul edilmesi zordur. Dev bir endüstrinin karmaşıklıklarının üstesinden gelen ve milyarlarca dolar büyüklüğünde bir kuruluşu yöneten bir kişiyi düşünelim. Ekonomi politkası hakkında tavsiyede bulunmayı amaçlayan böylesi bir kişi, birinci sınıf öğrencilerinin ekonomi derslerini kapsayan türden materyali inceleyerek zaman harcamaya karar vererek tepkide bulunması olasımıdır? Veya, iş deneyimi yeterinden bile fazla olduğuna ve ekonomistlerin kullandığı, aşina olmadığı kelimeler ve kavramların gösteriş jargonundan başka bir şey olmadığını varsayması mı daha olasıdır?

Daha önce verdiğim örneklere rağmen, kuşkusuz bazı okuyucular hala ikinci tepkinin daha makul olacağına inanabilirler. Ekonomik analiz neden bir işletmeyi yönetmekten farklı kavramlar, tümüyle farklı bir düşünüş biçimi gerektirmektedir? Bu soruya cevap vermek için iyi ticari iş düşünüşü ile iyi ekonomik analiz arasındaki daha derin farklılığa dönmeliyim.

Ticari iş stratejisi ile ekonomik analiz arasındaki temel farklılık şudur: En büyük ticari işletme açık bir sistem olmasına karşın büyüyen dünya ticaretine rağmen ABD ekonomisi büyük ölçüde kapalı bir sistemdir. İş insanları kapalı sistemler hakkında düşünme alışkanlıklarına sahip değilken ekonomistler böyledir.

Açık ve kapalı sistemler arasındaki farkı göstermek için bazı ekonomikolmayan örnekleri kullanayım. Katı atığı ele alalım. Her yıl ortalama Amerikalı dönüşümü olmayan ve yakılmayan yaklaşık yarım ton katı atık yaratır. Bunlar ne olur? Bir çok bölgelerde başka bir yere gönderilir. Benim kasabam yerleşik her kişinin özel bir atık toplama hizmetine üye olması yükümlülüğü getirmiş ancak herhangi bir atık alanı sağlamamıştır; atık toplama hizmeti bizim çöplerimizi dökme hakkı için başka bazı bölgelere ücret ödemektedir. Bunun anlamı, çöp toplama ücretlerinin kasabanın çöp atık alanı tahsis etmiş olsa idi olacak ücretlerden daha yüksek olacağıdır; ama kasaba yönetimi bu seçeneği seçmiştir: kendi sınırları içinde çirkin bir çöplük görmemek için bunu ödemeye istekli olmuştur.

Münfertit bir kasaba için bu seçeneğin yapılabilirliği vardır. Ama Birleşik Devletlerde her kasaba ve bölge aynı seçimi yapabilir mi? Hepimiz çöpümüzü başka bir yere gönderme kararı alabilirmiyiz? Kuşkusuz hayır (çöpü Üçüncü Dünyaya ihraç etme olasılığını dışarıda bırakarak). Bütün olarak Birleşik Devletler için “çöp içeri, çöp dışarı” ilkesi harfiyen uygulanır. Bölge kendi katı atığını nereye gömeceği konusunda seçim yapabilir ama ülkenin tüm çöpününü gömmek hakkında karar alamaz. Katı atık çöpü bakımından her kasaba bir açık sistem olmasına rağmen Birleşik Devletler aşağı yukarı kapalı bir sistemdir.

Bu oldukça açık bir örnektir. Belki de daha az açık olan bir başkası şudur. Hayatımın bir döneminde “park et ve araba sür” ilkesini uygulayan birisi idim: Her sabah büyük bir park yerine arabamı sürer ve daha sonra da şehir merkezine gitmek için kamu ulaşımını kullanırdım. Ne yazık ki park garajı yeterince büyük değildi. Sürekli dolar ve geç kalan sakinleri işe gitmek için bütün yolu araba kullanarak devam etmek zorunda bırakırdı. Park alanına yaklaşık 8:15’e kadar ulaşırsam her zaman bir park yeri bulabileceğimi çabucak öğrendim.

Bu örnekte, her münferit kişi açık bir sistem oluşturmaktadır. Erken giderek bir park alanı bulabilir. Ama, bir bütün olarak kişiler grubunun tümü aynı şeyi yapamazlar. Herkes bir park yeri bulabilmek için daha erken gelirse garaj sadece daha erken dolar. En azından park etme bakımından bir grup olarak kişiler kapalı bir sistem oluştururlar.

Ticari işe karşı ekonomi ile ilgili olarak bu konuda ne yapılabilir? Ticari işletmeler –hatta çok büyük şirketler- genellikle açık sistemlerdir. Örneğin, bütün bölümlerinde eş-anlı olarak istihdamı artırabilirler; yatırımlarını artırabilirler; bütün pazarlarda daha yüksek bir pay hedefleyebilirler. Organizasyonun tamamen açık olmadığını itiraf edelim. Bir şirket, uygun işçileri yeterince hızlı bir biçimde çekemediği veya yeterli sermayeyi bulamadığı için hızlı bir biçimde genişlemeyi güç bulabilir. Bir organizasyon iyi işçileri çıkarmada gönülsüz olduğu için sözleşme yapmada bile güçlük çekebilir. Ama, pazar payı sadece bir kaç yıl içinde ikiye katlanan veya yarıya düşen bir şirkette herhangi bir olağanüstülük bulmayız.

Buna karşılık ulusal bir ekonomi – özellikle Birleşik Devletler gibi büyük ülke- kapalı bir sistemdir. Önümüzdeki on yılda bütün ABD şirketleri pazar paylarını iki katına çıkarabilirler mi?4 Yönetimler ne kadar iyileşirse iyileşşin kesinlikle hayır. Yalnızca bir konuda, artan dünya ticaretine rağmen parakende ticaret gibi ne ihracat yapan ne de ithalat rekabeti ile karşılaşan ABD istihdam ve katma değerinin % 70’den fazlası olan endüstilerde bu mümkündür. Bu endüstrilerde bir ABD şirketi pazar payını ancak bir başkasının payı karşılığında artırabilir.

Dünya ticaretine giren endüstrilerde, bir grup olarak ABD şirketleri pazar paylarını artırabilirler, ama bunu ihracatlarını artırarak veya ithalatı aşağı çekerek yapabilirler. Pazar paylarında bir artış ticaret fazlası verme anlamına gelir; ve daha önce gördüğümüz gibi ticaret fazlası veren bir ülke zorunlu olarak sermaye ihraç eden bir ülkedir. Az bir aritmetik bize ortalama ABD şirketinin dünya pazarındaki payını yüzde beş puan kadar artırsa, halen dünyanın kalan kısmından net sermaye ithalatçısı olan ABD’nin daha önce görmediği ölçekte net bir sermaye ihracatçısı olacağını söylerdi. Bunun inanılmaz bir senaryo olduğunu düşünüyorsanız nasıl yönetilirlerse yönetilsinler ABD şirketlerinin toplam pazar paylarının yüzde bir veya iki artıramayacağına da inanmanız gerekir.

İşinsanlarının açık sistemlere ilişkin olan düşünme alışkanlıkları nedeniyle ekonomik analiz yapma güçlükleri vardır. İki örneğimize geri dönelim, br işinsanı ihracat tarafından doğrudan yaratılmış olan işlere bakar ve hikayenin en önemli parçası olarak görür. Daha yüksek istihdamın daha yüksek faiz oranlarına neden olacağının farkındadır ama bu eğerli ve marjinal bir konu olarak görünür. Ekonomistler bu istihdamın kapalı bir sistem olması halinde ne görürler: artan ihracattan sağlanan işlerde çalışan işçiler garaja erken ulaşarak park alanı bulmayı güvence altına alan “park et-ve – araba sür” sakinleri gibi bunu bir başkasının ödediği bedel karşılığında bu posizyonu elde ederler.

Ticaret dengesi üzerinde yabancı yatırımın etkisi nedir? Tekrar edersek, ticari iş yöneticileri belirli bir endüstrideki rekabet üzerinde yatırımın doğrudan etkilerine bakarlar; sermaye akımlarının kambiyo kurları, fiytlar ve diğerleri üzerindeki etkileri özellikle güvenilir veya önemli görünmez. İktisatçı bilir ki ödemeler dengesi kapalı bir sistemdir: sermaye akımına her zaman ticaret açığı eşlik eder, bu nedenle bu akımda herhangi bir artış mutlaka ticaret açığında bir artışa neden olur.

 

İşyaşamında ve Ekonomide Geri Etkileme

Şirketler ve ekonomiler arasında farklılığa bakmanın bir başka yolu büyük iş yöneticilerinin ekonomi hakkında sıklıkla neden hatalı olduklarını ve belirli bazı ekonomik düşüncelerin neden diğer kişilerden çok işinsanları için daha popüler olduklarını açıklayabilir. Şirketler gibi açık sistemler, ekonomiler gibi kapalı sistemlerden farklı bir geri bildirim veya geri etkileme (feedback) türü deneyimlerler.5

Bu kavram en iyi şekilde bir varsayımsal örnek ile açıklanmıştır. Bir şirketi düşünelim ve onun iki ana iş hattı olsun: “ıvır ve zıvır - widgets and gizmos”.6 Varsayalım ki bu şirket “ıvır-widget” satışlarında beklenmeyen bir büyüme yaşasın. Bu büyüme bir bütün olarak şirketin satışlarını nasıl etkiler? Artan “ıvır-widget” satışları “zıvır-gismo” işini olumsuz etkiler veya sonlar mı? Bir çok örneklerde cevap herhangi bir biçimde etkilenmeyeceğidir. “Ivır-widget” bölümü daha fazla işçi alır, şirket daha fazla sermaye bulur ve olacak olan budur.

Kuşkusuz hikaye zorunlu olarak burada bitmez. Artan “ıvır-widget” satışları “zıvır-gizmo” işine değişik şekillerde destek olabilir veya zarar verebilir. Bir yandan kârlı bir “ıvır-widget” işi “zıvır-gismo” işinin gelişmesini finanse edecek nakit akımı sağlamaya yardımcı olabilir; veya “ıvır-widget” işinden sağlanan başarı deneyimi “zıvır-gismos” üretimi işine aktarılabilir.; veya şirketin büyümesi her iki bölümün de yararlandığı R&D çabalarına özgülenebilir. Diğer yandan hızlı genişleme şirketin kaynaklarını zorlayabilir ve bu nedenle “ıvırwidget” üretiminin büyümesi bir ölçüde “zıvır-gismo” bölümünün ödediği bedel ile sonuçlanır. Ama, şirketin bir bölümünün büyümesinin diğerinin başarısı üzerindeki böylesi dolaylı etkileri hem ilke olarak muğlak hem de uygulamada bir yargıya varmak güçtür; kaynaklar için ister sinerji yaratsın isterse rakip olsunlar çoğunlukla işin farklı ürün hatları arasındaki geri etkiler anlaşılması zor etkilerdir.

Karşıt olarak, ihraç ettiği önemli şeylerden birisi hızlı biçimde büyüyen ulusal bir ekonomiyi ele alalım. Bu endüstri istihdamı artırırsa bunu tipik olarak diğer endüstrilerin pahasına yapacaktır. Ülke aynı zamanda sermaye girişlerini azaltmaz ise daha önce tartıştığımız ödemeler dengesi muhasebesi nedeniyle ihracattaki bir artış diğer ihracatlarda bir azalış ile veya ithalatta bir artışla eşleşmelidir. Bu ihracatttaki artışın diğer endüstrilerdeki istihdam ve ihracata güçlü negatif geri etkileri olması çok büyük bir olasılıktır. Aslında, bu negatif geri etkiler olağan olarak genel isthdamda veya ticaret dengesinde iyilişmeleri aşağı yukarı tümüyle elimine edecek kadar güçlü olacaktır. Neden? İstihdam ve ticaret dengesi kapalı sistemlerdir.

İş yaşamının açık-sistem dünyasında geri etkiler çoğunlukla zayıf ve hemen herzaman belirsizdir. Ekonominin kapalı-sistem dünyasınde geri etkiler çoğunlukla güçlü ve çok belirlidir. Ama bütün farklılık bu değildir. İş dünyasındaki geri etkiler çoğunlukla pozitifdir; ekonomi politikası dünyasında ise bunlar her zaman olmasa bile genellikle negatifdir.

Genişleyen bir iş hattının bir şirketteki ve ulusal bir ekonomideki etkilerini yeniden kıyaslayalım. Bir şirketin finansal, teknolojik ve pazarlama bazını genişleten bir iş hattındaki başarı çoğunlukla diğer hatlarında da bir şirketin genişlemesine yardımcı olur. Bir alanda başarılı olan firma diğer alanlarda daha fazla insan çalıştırmaya son verebilir. Çok sayıda malları üreten ve satan bir ekonomi normal olarak ekonomik sektörler arasında negatif geri etkiler ile karşılaşacaktır. Bir endüstrinin genişlemesi diğer endüstrilerden sermaye ve işgücü kaynakları çeker.

Gerçekte, ekonomide pozitif geri etkilerin örnekleri de vardır. Bunlar çoğunlukla belirli bir endüstri veya özellikle coğrafi olarak yoğunlaşmış olan ilişkili endüstriler grubu içinde belirgindir. Örneğin Londra’nın bir finansal merkez ve Hoolywood’un bir eğlence merkezi olarak doğuşları, işleyen pozitif geri etkilerin açık örnekleridir. Ancak böylesi örnekler belirli bölge ve endüstriler ile sınırlıdır; ulusal ekonomi düzeyinde genellikle negatif geri etkiler geçerlidir. Bunun nedeni açık olmalıdır: Münferit bir bölge veya endüstri bir bütün olarak, dünya ekonomisini bir yana bırakırsak Birleşik Devletler ekonomisinden daha fazla açık sistemdir. Münferit bir endüstri veya endüstriler grubu ekonominin diğer sektörlerinden işçi çekebilir; eğer bir endüstri iyi iş çıkarırsa istihdam sadece bu endüstride değil bu ilk endüstrinin başarısının desteğiyle ilişkili endüstrilerde ve diğerlerinde de artabilir. Bu nedenle bir kişi belirli bir endüstriyel komplekse baktığında pozitif geri etkilerin işlediğini görebilir. Ama bütünsel olarak bir ekonomi için bu yerelleşmiş pozitif geri etkiler başka yerlerdeki negatif etkiler ile eşleşenden daha fazla olmalıdır. Herhangi bir endüstriye veya endüstriler kümesine çekilmiş olan ilave kaynaklar başka bir yerden yani diğer endüstrilerden gelmelidir.

İşinsanları güçlü negatif geri etkilerin olduğu bir sistem fikrine aşina değildir veya bundan rahatsız olurlar. Özellikle, iş insanları, münferit bir şirket veya endüstrinin bakış açısından -ortalama ücretlerde azaltılmış işgücü kullanımı veya kambiyo kuru üzerinde artan yabancı sermayenin etkisi gibizayıf ve belirsiz görünen etkiler üst üste toplandığında bir bütün olarak ulusal ekonomide politikalara etkisinin çok önemli olmasından hepsi rahatız olur.

 

Bir Başkan Ne Yapmalıdır?

İş yaşamında başarıya saygı duyan bir toplumda politik liderler kaçınılmaz –ve doğru- olarak bir çok konuda özellikle de paraya ilişkin olanlarda iş liderlerinin tavsiyelerini alırlar. Hepimizin istediği hem danışanların hem danışılanların ticari başarının ne olduğunda ve ekonomi politikası hakkında ne öğretmeyeceğinde uygun bir idraka sahip olmalarıdır.

1930’da, dünya depresyona kaydığında John Maynard Keynes krizi hafifletmek için büyük bir parasal genişleme istemiş ve altın standardına inanmış bankacılar ve çıktıyı kısıtlayıp fiyatları yükseltmeyi isteyen imalatçıların tavsiyelerinden ziyade ekonomik analize dayanan bir politikayı savunmuştu. “Kimse inanmasa da ekonomi teknik ve zor bir konudur.”7 Onun tavsiyesi izlenmiş olsaydı depresyonun en kötü tahriplerinden kaçınılmış olurdu.

Keynes haklıydı: Ekonomi teknik ve zor bir konudur. İyi bir ekonomist olmak iyi bir iş yöneticisi olmaktan daha zor değildir (Aslında rekabet daha az yoğun olduğundan muhtemelen daha kolaydır). Ancak ekonomi ve ticari iş aynı konular değildir, ve birinde ustalık hepsini kavramayı, bir diğerinde de usta olmayı sağlamaz. Başarılı bir iş liderinin ekonomide bir uzman olması askeri strateji uzman olmasında daha fazla olası değildir.

Bundan sonra ekonomi hakkında görüşlerini ileriye süren iş insanlarını duyduğunuzda kendi kendinize sorun. Bu konuyu çalışmak için zaman vermişler midir? Uzmanların yazdıklarını okumuşlarmıdır? Değilse, iş yaşamında ne kadar başarılı olmuşlarsa olsunlar önemi yok. Konuştukları şey hakkında muhtemelen bilgisiz oldukları için onlara önem vermeyin.

 

1 A Country Is Not A Company, Harvard Business Review, January – February, 1996, s. 40-51. Krugman’ın bu makalesi ülkelerin bir şirket gibi yönetilip yönetilemeyeceği konusunda daha sonra politikacıların da katıldığı akademik tartışmayı başlatan önemli bir çalışmadır. (ç.n.)

2 Paul Krugman, bu makalenin yayınlandığı tarihte Stanford University’de ekonomi profesörü idi. 1953 yılında doğan Krugman 1974’de Yale’i bitirmiş ve 1977’de MIT’den doktora dercesini almıştır. MIT, Yale, UC Berkeley, LSE ve Stanford’da öğretim üyeliği yapmıştır. 1991’de 40 yaş altı iktisatçılara verilen John Bates Clark ödülünü, 2008 yılında da Nobel iktisat ödülünü almış olan Krugman, Neo-Keynesyen ekonomist olarak tanınmaktadır (ç.n)

3 Bu ifadenin gerçekte iki teknik açıklaması vardır. Bunlardan birisi “karşılıksız transferler” olarak bilinen bağışlar, dışyardım ve benzerleri ile ilgilenir. Diğeri, daha önce yapılmış yatrımların kâr ve faizleri ile ilgilenir. Bu tanımlamalar temel noktayı değiştirmez.

4 Dar anlamda konuşursak, Birleşik Devletlerde üreten şirketlerden bahsediyoruz.  Birleşik Devletlerde yerleşik şirketler yabancı yavru şirketler satın alarak dünya pazarındaki paylarını artırabilirler.

5 “Feedback” dilimizde daha çok “geribildirim” olarak çevrilerek kullanılsa da ekonomik bir terim olarak “geri etki, geri etkileme” olarak ifade edilmesinin uygun olduğunu düşünüyoruz (ç.n.)

6 Widgets: küçük el aleti; gizmos: görevi ve ismi belli olmayan araç ve cihazlara verilen argo terim. Bu nedenle “widget and gismos” terimini “ıvır ve zıvır” olarak çevirmeyi yeğledik. Burda yazarın amacı adı ve ne olduğu önemli olmayan ve soyut olarak üretilen iki ürünü ifade etmek için kullanılmıştır (ç.n.)

7 “The Great Slump of 1930”.

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.