15 Ağustos 2025

Osman Şenkul - Yüksek faizle ısıtılan sıcak para üretim-istihdam yaratmaz

osman-senkul-yuksek-faizle-isitilan-sicak-para-uretim-istihdam-yaratmaz

Yüksek faizle ısıtılan sıcak para üretim-istihdam yaratmaz

Osman Şenkul

TCMB’nin 12 Ağustos’ta açıkladığı Ödemeler Dengesi İstatistikleri’nde, yıllıklandırılmış verilere göre durum şöyle özetleniyor: “Haziran ayında cari açık yaklaşık 18,9 milyar ABD doları olurken, ödemeler dengesi tanımlı dış ticaret dengesi de 63,3 milyar ABD doları açık vermiştir. Aynı dönemde hizmetler (taşımacılık, seyahat) dengesi 62,1 milyar ABD doları fazla verirken, birincil ve ikincil gelir dengesi sırasıyla 17,6 milyar ABD doları ve 0,1 milyar ABD doları açık vermiştir. Haziran ayı yıllıklandırılmış cari açığın finansmanına, net doğrudan yatırımlar 4,8 milyar ABD doları, krediler 21,1 milyar ABD doları ve ticari krediler 4,5 milyar ABD doları katkı verirken; net portföy yatırımları 4,0 milyar ABD doları ve net efektif ve mevduatlar 12,3 milyar ABD doları negatif yönlü etki etmiştir. Merkez Bankası döviz cinsinden net rezerv azalışı 20,3 milyar ABD doları olmuştur.”

Türkiye'nin uzun yıllardır, ekonomi temelli baş ağrıları arasında önlerdeki yerini koruyan cari açığın finansmanı güçlü sermaye girişleriyle sağlanamazsa, liranın değer kaybını hızlandırır. İlk bakışta akla, "Daha iyi, ihracatımız artar" kolaylığı gelebilir.

Evet, ihracat artar ama, bizim gibi ithalata bağımlı üretim yapan ülkelerde maliyet enflasyonu yaratır; aynı zamanda da, yine bizim gibi yüksek ithalat bağımlılığı olan ekonomilerde kur artışı doğrudan ithal ürün fiyatlarını ve dolaylı olarak yerli üretim maliyetlerini artırır; bu da tüketici fiyatlarında artışa, yani enflasyona yol açar. Ve, yine çokça yaşadığımız gibi, kur ve enflasyon baskısı nedeniyle, bu verileri toparlayıp, aylık bazda yayınlayan TCMB, önümüzdeki dönemde yeniden faiz artırmak zorunda kalabilir.

“Faiz artırmak zorunda kalabilir” diyoruz; çünkü, kimileri, "TCMB faizi düşürüyor ya...!" diyebilir. Evet, Para Politikası Kurulu 24 Temmuz'daki son toplantısında, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 46’dan yüzde 43’e indirilmesine karar verdi. Ancak, 19 Haziran toplantısında, "faiz oranının yüzde 46’da sabit tutulmasına" karar verdi.

Ya, 17 Nisan'da düzenlenen bir önceki toplantıda? "Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 42,5’ten yüzde 46’ya yükseltilmesine karar vermiştir." TCMB Para Politikası Kurulu’nun 11 Eylül, 23 Ekim ve 11 Aralık tarihlerinde ne yapacağını bugünden kestirmek zor olsa da, “enflasyonla mücadele için” alındığı söylenen bu faiz kararlarına baktığımızda, olması gereken yerden oldukça uzakta olduğunu görebiliriz.

TÜİK verilerine göre tüketici fiyat endeksi Temmuz’da aylık yüzde 2,06 arttı ve yıllık enflasyonun yüzde 33,52 olduğu açıklandı. Bu hesapla, TCMB’nin haftalık repo faizinin, tüketici enflasyonunun 10,52 puan üzerinde olduğu görülüyor. Ayrıca, TCMB Para Politikası Kurulu, gecelik vadede borç verme faiz oranını ise yüzde 49’dan yüzde 46’ya indirdi. Buradan bakınca da, TCMB faizinin enflasyondan farkı 12,48 puanı buluyor.

Kısacası, yeniden başını kaldıran cari açık, net döviz çıkışlarının arttığını gösteriyor elbette. Dolayısıyla, bu farkın kapatılması için dış borç alınmasını gerektiriyor; ama yüksek CDS'ler nedeniyle alacağınız dış borçların faizi de ona göre oldukça yükseliyor.

Özetle, sürekli yüksek cari açık, dış borçlanmayı artırarak finansal kırılganlığı derinleştirirken, aynı zamanda üretim maliyetlerini büyük ölçüde artıracağı için, büyümenin ithalata bağımlılığını artırır, sürdürülebilir üretim ve dış talebi güçlendirmek önem kazanır. Özellikle Türkiye'nin ithalatında ön sırayı alan enerji ve ara malı ithalatındaki yüksek bağımlılık, her türlü dış şoklar karşısında ülke ekonomisini savunmasız bırakır; giderek daha da ağırlaşan koşullar da bunu gösteriyor.

Giderek kabaran cari açık, kaçınılmaz olarak dış borcun sürekli büyümesine yol açıyor ve nerede duracağı da belirsiz. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yüksek maliyetler olsa da, dış borç bulabiliyor, bulmasına, ancak, çok iyi bilindiği gibi, borç stoku arttıkça borç çevirme maliyetleri de yükseliyor. Özellikle kısa vadeli borçların yüksek olması, küresel finansal dalgalanmalara karşı ekonomiyi kırılgan yapıyor.

Ayrıca, karşılıklı bir bağımlılık düzeyine ulaştığımız yüksek faiz, zorunlu olarak yatırım iştahını kaçırdı ve kaçınılmaz olarak, büyüme hızını düşürecektir. Yatırımcılar, yüksek cari açıkları genellikle “ekonominin dışa bağımlı olduğu” sinyali olarak görüyor; bu algı da, sermaye çıkışlarını hızlandırıyor. Bir başka anlatımla; tüketim ve ithalata dayalı büyümenin göstergesi sayılan yüksek cari açık, uzun vadede verimlilik artışı yerine borçla büyümeyi dayatır oluyor.

Her şeyden önce, Türkiye’de ihracatın artması için, öncelikle sanayi üretiminin artması gerekiyor. 2024’te sanayi üretimi yıl genelinde sadece yüzde 0,4 artabildi, bazı aylarda ise yüzde 3-4’e varan düşüşler görüldü. 2024’ün ikinci ve üçüncü çeyreğinde üretimdeki daralma, aynı dönemlerde ihracatın da gerilemesine yol açtı. 2025’in ilk yarısında (Ocak–Haziran), sanayi üretim endeksi ortalama yüzde 1-2 aşağıda seyrederken ihracat da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3-4 düştü. TÜİK ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, sanayi üretimindeki her yüzde 1’lik düşüş, kısa vadede ihracatı yaklaşık yüzde 0,7–0,9 aşağı çekme eğiliminde.

Çünkü, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 90’dan fazlası sanayi ürünlerinden oluşuyor (otomotiv, makine, elektrik-elektronik, tekstil, kimya vb.). Dolayısıyla sanayi üretiminde yaşanan bir yavaşlama veya daralma, doğrudan ihraç edilecek mal hacmini düşürüyor. Özellikle ihracata yönelik üretim yapan sektörlerde (otomotiv, beyaz eşya, makine) üretim kaybı, birkaç ay içinde ihracat rakamlarına yansıyor.

Sanayide üretimi baskılayan maliyet artışlarının kaynağını yüksek faizin yanı sıra, yüksek faizin dahi baskılayamadığı döviz kurlarının, düşük tempoyla da olsa, aralıksız şekilde yükselmesi oluşturuyor.

Türkiye’nin sanayi sektörü, küresel rekabet, maliyet baskıları, finansman koşulları ve dış pazarlara erişim gibi unsurlar nedeniyle giderek daha çok üretim ve yatırımını yurt dışına kaydırıyor. Tekstil sektöründeki kitlesel göç, çelikte kapasite artışı odaklı stratejik adımlar, gemicilikte lojistik avantaj arayışı, beyaz eşyada satış ve üretim ağlarının genişlemesi, savunmada bölgesel güçlenme örnekleri giderek çeşitleniyor.

Mısır–Türkiye İş Konseyi verilerine göre, enflasyon, yüksek döviz kuru ve yüksek faiz etkisiyle, çok kısa sürede 200’den fazla Türk tekstil firması üretim tesislerini Mısır’a taşıdı ve Türkiye’de yaklaşık 300.000 iş kaybına yol açan bu hareket, toplam 3 milyar doları aşan yatırımla yapıldı. Bu son hareket ile, Mısır’da faaliyet gösteren Türkiye kökenli işletme sayısı 1.700’ü aştı.

Bunların dışında, “gemi inşa ve deniz taşımacılığı” sektöründe de, yine yükselen maliyetler ve finansman sıkıntıları, bazı lider Türk tersanelerini yurtdışında üretim ve yatırımlara yöneltti; Türkiye’de yerleşik iki büyük şirketten birisi Norveçli Havyard Leirvik tersanesini ve diğeri de Hollanda’daki Norden Shipyard’ı bünyesine kattı. Yapılan açıklamalara göre, bu adımlar aynı zamanda, Avrupa pazarına erişim, satış sonrası destek ve finansman kolaylıkları gibi avantajlarla sektörde rekabet gücünü korumayı hedefliyordu.

Yurt dışına göçen bir başka sektör de, “çelik ve metal işleme” tesislerini kapsıyor. Bu sektörün önde gelenleri, mevcut tesislerinin yanı sıra yurt dışında ciddi yatırım planları duyurdu. Sektörün önde gelenlerinden bir tanesi Cezayir ve İspanya’da üretim tesisleri ve Senegal’de ekonomik bölgeye entegre çelik fabrikası kurdu; aynı şirket ayrıca, Suudi Arabistan’da yaklaşık 5 milyar dolar tutarında yatırım planlandığını da açıkladı. Üretim kapasitesini 14 milyon tondan 20 milyon tona çıkararak, Türkiye’yi küresel çapta ilk 30 çelik üreticisi arasına taşımanın amaçlandığı belirtilen açıklamada ayrıca, kapasite artışında temel amaç olarak, yeşil enerji ve hidrojen tabanlı üretime yönelinmesinin öne çıktığı belirtildi.

Bu konuda, dayanıklı tüketim malları alanında da önemli göçler yaşandı ve bu göçler devam ediyor. Sektörün büyükleri, Orta Doğu ve Afrika’da Whirlpool’un operasyonlarını satın aldı; Avrupa’daki tesislerle yeni iş birlikleri kuruyor. Ayrıca, Tayland, Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve CIS ülkelerinde (Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Rusya ve Tacikistan) üretim, satış ve hizmet ağları genişletildi.

Tüm bunların yanında, kamu kuruluşu Aselsan da, savunma teknolojileri alanında; Azerbaycan, Kazakistan, Suudi Arabistan, Ürdün, BAE ve Güney Afrika gibi pozisyonlarıyla bölgesel genişlemesini sürdürüyor.

Tüm bu gelişmelere, biraz geriye çekilip baktığımızda, yüksek faizin giderek açmaza sürüklediği Türkiye’de son dönemde giderek artan işsizlik, enflasyon ve ağırlaşan yoksulluğun giderek belirginleşen izlerini görebiliyoruz.

Yüksek faiz, kısa vadede enflasyonu ve döviz talebini kontrol etmek için kullanılan bir araç olsa da, uzun süreli uygulandığında ekonomiye önemli ve kalıcı zararlar verebilir. Özellikle Türkiye gibi yatırım ve tüketim ağırlıklı büyüyen ekonomilerde etkileri daha belirgin olur. Kimileri yüksek faizi, yangını söndürmek için güçlü bir hortuma benzetir: Alevi söndürür ama etrafı da ıslatır. Kısa vadede fiyat istikrarına yardım eder, fakat uzun vadede üretim kapasitesini, istihdamı ve gelir dağılımını olumsuz etkiler. Kredi maliyetleri artar ve bu nedenle fabrika, makine, AR-GE yatırımları ertelenir veya iptal edilir ve ekonominin üretim kapasitesi artmaz, potansiyel büyüme hızı düşer. Özellikle KOBİ’ler, yüksek faiz döneminde finansmana erişemez; piyasadan çekilmek zorunda kalır. Son dönemde yaşadığımız gibi, konut, otomobil, beyaz eşya gibi krediye dayalı harcamalar ciddi biçimde düşer ve dolayısıyla iç talep zayıflayınca üretim azalır, işsizlik artar.

Yine yaşamakta olduğumuz gibi, faiz yükü ağırlaştıkça borç çeviremeyen firmalar iflas eder ve konkordato sayılarında sıçrama yaşanır. Bu konuda özellikle inşaat, tekstil, otomotiv yan sanayi gibi sermaye/finansman bağımlı sektörler en hızlı etkilenenler olarak öne çıkar.

Bireylerin olduğu gibi, kamunun borçlanma maliyeti de artar ve dolayısıyla, yine yaşamakta olduğumuz gibi, bütçede faiz ödemeleri payı yükselir ve bu durum, eğitim, sağlık, altyapı gibi alanlara ayrılabilecek kaynakların azalmasına yol açar. Türkiye’de 2024–2025’te bütçede faiz ödemelerinin payı yüzde 20’lerin üzerine çıktı. 2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Ancak bu yılın ilk altı ayında bu yüzde 23,3 olarak gerçekleşti. Bir başka deyişle, yılın ilk yarısında faiz harcamalarına 1 trilyon 111 milyar lira gitti. Faiz giderleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 93,5 oranında arttı.

Yüksek faiz ayrıca, kısa vadede dövizi baskılasa da, uzun vadede yatırım eksikliği ve düşük üretim kapasitesi nedeniyle döviz talebini tekrar artırır. Bu da “yüksek faiz büyümeyi düşürür ve dolayısıyla döviz yine yükselir” kısır döngüsüne yol açar. Banka mevduat faizleri yüksek olduğunda, büyük tasarruf sahipleri daha çok kazanırken, düşük gelirli kesim borçlanma maliyeti yüzünden zorlanır. Bu durum, zengin–yoksul arasındaki farkı büyütür. Yüksek faiz, kısa vadeli “sıcak para” girişini artırır; ancak bu yatırımlar kalıcı üretim veya istihdam yaratmaz. Yatırım ortamı iyileşmezse, faizler düşse de sermaye kaçar ve kur şoku yaşanır.

 

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.