Osman Şenkul - Yüksek faizden sonra ihracata yeni tehdit Trump'ın olası tarifeleri

Yüksek faizden sonra ihracata yeni tehdit Trump'ın olası tarifeleri
Osman Şenkul
Türkiye’nin dış borcu, dış ticaret açığı ve enerji ithalatı nedeniyle dövize bağımlılığı yüksek. Turizm gibi döviz kazandıran hizmet gelirleri olsa da; bu yıl yaşadığımız kuraklık ve bölgesel çatışmalar gibi etkenlerle zaman zaman baskılanır. Bu nedenle en istikrarlı döviz kaynağı ihracattır. İhracat olmazsa, dış borçların ödenmesi zorlaşır, döviz kurları artar, enflasyon yükselir, TL’nin değeri düşer, ekonomi istikrarsızlaşır.
Ayrıca Türkiye, uzun süredir ithalata bağımlı bir üretim yapısına sahip. Ara sıra bazı kaynakların bulunduğuna ilişkin açıklamalar yapılsa da, doğalgaz, petrol gibi enerji kaynakları, döviz varlığını en çok eritenler arasındadır. Ayrıca, sanayi üretiminin en önemli ara malları olan çip, makine parçaları, kimyasalların yanında, diğer yüksek teknoloji ürünleri ithal ediliyor. Buna karşın ihraç edilen ürünler genellikle düşük ve orta katma değerli. Dolayısıyla, ithalat, ihracattan fazla olduğundan dış ticaret açığı, bununla birlikte cari açık oluşuyor. Bu açığın finansmanı için dövize ihtiyaç duyuluyor.
Tüm bu temel etkenler arka arkaya sıralandığında, ülkeye döviz kazandırdığı için, ekonominin sürdürülebilirliği açısından en hayati unsur olarak ihracat öne çıkıyor.
Buradan, gerçekleşen verilere baktığımızda, Türkiye’nin ihracatı, 24,95 milyar dolar ile rekor kıran Temmuz ihracatının da etkisiyle Ocak–Temmuz 2025 döneminde, yıllık bazda yüzde 5,2 artarak 156,36 milyar dolara, ithalatı da yüzde 6,9 artışla 212,22 milyar dolara yükseldi. Ancak, olumlu görünen bu verilere karşın, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe, hafta içinde Bloomberg HT’deki değerlendirmesinde ise ihracatın arka planındaki yapısal sorunlara dikkat çekti.
Otomotiv ihracatının yaklaşık yüzde 23 artarak öne çıktığını belirten Gültepe, kimya sektöründe ise son iki ayda yüzde 30’un üzerinde bir büyüme yaşandığını söyledi. Savunma sanayisinde de artış olduğunu ifade eden Gültepe, bu yükselişlerde döviz paritesinin etkisine işaret ederek, sadece Temmuz ayında paritenin ihracata katkısının 1,9 milyar dolar olduğunu belirtti. “Rakamlar iyi geliyor ama neden hâlâ şikayetçisiniz deniyor. Oysa ihracat verilerinin detaylarını iyi okumak gerekiyor,” diyen Gültepe, Türk ihracatçısının küresel rekabette zorlandığını vurguladı.
Gültepe, pandemi döneminde yakalanan ihracat ivmesinin, son iki yılda zayıfladığını ifade etti. Özellikle işçilik maliyetlerinin dolar bazında 2,5 katına çıkmasının ihracatçılar için büyük bir yük oluşturduğunu söyledi.
Faiz, kur ve enflasyon üçgeninde dengenin bozulduğuna da değinen Gültepe, “Amaç enflasyonu düşürmek; ama, kullanılan araçlar, yani yüksek faiz ve diğer parametreler bizi rekabetin dışına itiyor. Dolar bazında sattığın ürüne zam yapmak zorunda kalıyorsun yüzde 3 yüzde 5 zam değil daha fazla zamlar. Alıcı (ithalatçı), perakende fiyatlarını değiştirmek istemediği için farklı pazarlarda aynı ürünü alabilme potansiyeli olan yerlere kayıyor” dedi.
İç pazarda fiyatların enflasyon oranında artırılabildiğini ancak dış pazarda bu esnekliğin olmadığını belirten Gültepe, “Girdileriniz TL bazında yüzde 100 artarken satış fiyatınız sadece yüzde 20 yükseliyorsa, aradaki yüzde 80’lik fark sürdürülemez hale geliyor. O zamanda ne oluyor 11 dolara sattığın şey çıkıyor 12 dolara” dedi. Gültepe, “Ayrıca değersiz TL gibi bir şey kimse beklemesin. Çok güçlü bir TL’nin sanayi üzerinde büyük etkisi var” diye ekledi.
Kısacası, ihracatçı da, enflasyonla mücadelede üretimi artırmak yerine kullanılan yüksek faizden şikayetçi; çünkü, ihracatı artırmak için de daha çok üretmek şart. Ancak, Gültepe’nin de üzerinde durduğu gibi, enflasyonu bastırmak için yürütülen yüksek faiz politikası, üretimi daha maliyetli duruma getirdiği için, Türkiye’nin ihracat pazarlarındaki rekabet gücü de ciddi ölçüde zayıflıyor. Bir başka anlatımla, sanayi sektörü özellikle ihracat odaklı üretim yapan firmalar açısından talep düşüşüne bağlı üretim kesintileri yaşayabilir. Bu da; fabrika kapasite kullanım oranlarında azalma ve yeni yatırımların ertelenmesi ve özellikle de ihracatçı sektörlerde istihdam kaybı gibi sonuçlara yol açabilir. Döviz bazlı gelir beklentisiyle üretim yapan birçok KOBİ ve büyük firma, ihracat yavaşladığında stok, nakit akışı ve borç ödeme sorunları yaşamaya başlayabilir. Özellikle ihracata bağımlı sektörlerde; konkordato başvuruları ve iflaslarda artış ve dolayısıyla yurt dışı pazarlarda kayıplar görülebilir.
Bu nedenle, özellikle ekonomik büyümenin sekteye uğramadan sürdürülebilmesi ve ihracata dayalı sanayinin, uluslararası piyasalardaki rekabet gücünü koruyabilmesi için yüksek faizin etkisinden kurtarılıp, hassas ülkeler ve sektörler bazında da özel olarak desteklenmesi gerekir.
Tüm bunlar gündemdeyken, asıl olarak öne alınıp üzerinde çalışılması gereken bir başka nokta da, elbette uluslararası ekonomik-politik gelişmeleri yakından izleyip proaktif davranabilmektir. Bunlardan en önemlisi de, ABD Başkanı Donald Trump'ın aklına estikçe bir ülkeye uygulanan ithalat vergilerini birdenbire artırması, hiç yoksa da yenilerini koymasına ilişkin gelişmeler olarak öne çıkıyor.
Bu gelişme Türkiye’yi oldukça ciddi ölçüde ilgilendiriyor; çünkü, Trump sosyal medyada yaptığı paylaşımda Yeni Delhi'yi, “çok daha yüksek gümrük vergileriyle” tehdit etti. Trump, sosyal medya platformu Truth Social'da, “Hindistan sadece büyük miktarlarda Rus petrolü satın almakla kalmıyor, satın aldığı petrolün büyük bir kısmını da açık pazarda büyük karlar elde etmek için satıyor” diye yazdı.
Bunun Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor olmasının temelinde de Hindistan ile aynı gerekçe olması vardır; çünkü, Türkiye de en fazla ham petrol ve petrol ürünleri ithalatını 2 milyon 568 bin 150 tonla Rusya'dan yaparken, bu ülkeyi 481 bin 667 tonla Irak ve 421 bin 314 tonla Kazakistan izliyor. Üstüne üstlük, Türkiye'nin havacılık yakıtları ihracatı geçen yıl kasımda önceki yılın aynı ayına göre yüzde 65 artarak 479 bin 612 tona yükselirken denizcilik yakıtları ihracatı ise yüzde 55,7 azalarak 37 bin 734 ton olarak gerçekleşti. Buradan da görüleceği gibi, Türkiye de, Hindistan gibi petrol ve ürünleri ithalatını en çok Rusya’dan yaparken, bu petrolden elde ettiği petrol ürünlerini de (havacılık & denizcilik yakıtları) satarak yüksek kazanç elde ediyor.
Dolayısıyla, Trump’ın Hindistan’da önemli bir sarsıntıya neden olan söz konusu kararı benzerini Türkiye için de uygulamasının uzak olduğunu düşünemeyiz.
Ayrıca zaten Trump, 2019’da Türkiye’yi ABD’nin Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi (Generalized System of Preferences - GSP) listesinden çıkarmıştı. Bu kararla birlikte, yaklaşık 1.700 kalem ürün ABD’ye zaten artık vergili şekilde gönderiliyor.
Bu statü değişikliği Türkiye’nin ABD’deki rekabet gücünü zayıflatmıştı. Eğer, ayrıca bir de Hindistan benzeri yeni tarifeler uygulanırsa bu dezavantaj daha da artabilir.
Doğal olarak, ABD’ye yönelik ihracatın daralması, döviz girdisini de düşürecek ve dolayısıyla, TL üzerindeki baskıyı artıracaktır. Bu durumda, yüksek faize karşın döviz kurları yükselecek, TÜİK verileri bazında iki yılda yalnızca beş puan düşürülebilen enflasyon bu kez daha hızlı yükselecek ve ayrıca sanayinin tüm girdi maliyetlerini de hızla yükseltecektir. Elbette bu durumda üretim azalacak, kapasite kullanımı düşecek, yatırımlar ertelenecek ve zaten tarihin en yüksek düzeylerine tırmanan geniş tanımlı işsizlik daha da yükselecektir.
Kısacası, sürdürülebilir bir ekonomi için yapısal reformlar ve üretim ekonomisine geçiş şarttır. Enflasyonu düşürmek ve ihracatı artırmak için “yüksek faiz” değil, “yüksek üretim” zorunludur. Ayrıca, Trump’ın olası “gümrük vergisi saldırısına” karşı en etkili savunma da, yine “yüksek üretim destekli kalkan” ile yapılabilecektir.