23 Mayıs 2025

Osman Şenkul - Yüksek faiz politikaları gençlerde “kayıp kuşak” riski yaratıyor

osman-senkul-yuksek-faiz-politikalari-genclerde-kayip-kusak-riski-yaratiyor

Yüksek faiz politikaları gençlerde “kayıp kuşak” riski yaratıyor

Osman Şenkul

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Fatih Karahan, 22 Mayıs günü yılın ikinci Enflasyon Raporu’nu açıklarken, “Yıl sonu enflasyon tahmini 2025 ve 2026 yılları için sırasıyla yüzde 24 ve yüzde 12 olarak korunmuştur” dedi. Bir başka deyişle, geçen Şubat ayında yüzde 21’den yüzde 24‘e yükseltilen 2025 enflasyon hedefi değiştirilmedi.

Karahan ayrıca, “Son dönemde yaptığımız sıkılaşma, indirim döngüsünde geldiği için etkisi biraz daha fazla olabilir. Büyüme yavaşlayabilir ama enflasyon düşüşünü de etkileyebilir” saptamasını yaptıktan sonra, “İhtiyatlı ve sıkı para politikası duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz” diye uyarmayı da ihmal etmedi. Ancak, Karahan’ın yaptığı açıklamada söylediği sözlerin arasında en çarpıcı olanı ise, “İşgücü piyasasında sıkılık, işsizlik verisinin ima ettiğinden daha az” oldu. Çünkü, başta gençler olmak üzere, işsizlik tarafındaki riskler her geçen gün ivme kazanarak artıyor.

Türkiye’de, ne eğitimde ne istihdamda (NEET) olan gençlerin oranı 2023 yılında yüzde 22,5 iken 2024 yılında yüzde 22,9 oldu. 2025 ilk çeyreğinde de bu rakam yüzde 22,9 oldu. 2024 yılında 11,6 milyon gencin 2,6 milyonu ne eğitimde ne istihdamda yer aldı. DİSK-AR'ın Eurostat verilerinden aktardığına göre Türkiye yüzde 26,7 ile, Avrupa geneli ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri içinde en yüksek NEET oranına sahip ülke. Ayrıca, Birleşik Metal İşçileri Sendikası Araştırma Merkezi'nin (BİSAM) yaptığı hesaplamaya göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı 23 bin 590 liraya ve yoksulluk sınırı 81 bin 599 liraya ulaştı.

Kısacası, Türkiye’de bir türlü frenlenemeyen enflasyonla, yalnızca “talebi baskılama” teknikleri ile yürütülen mücadele, işsizliği körüklerken, açlık sınırını da giderek yükseltiyor; çünkü, talebi baskılamanın en kolay yolu, büyük kitlelerin satın alma gücünü düşürmektir, bunun yolu da ücret artışlarını enflasyonun altındaki düzeylerde tutmaktır. Oysa, “talebi baskılamak” yerine, “arzı artırmak” yolu seçilebilse, enflasyonu “zararsız” bir şekilde düşürmek olanaklıdır.

Arzı artırmanın yolu da elbette yatırımları arttırmaktır ki, bunun en önemli yollarından birisi de “faizi düşürmek”tir. Oysa, TCMB’den yapılan açıklamaların verdiği ipuçlarını değerlendiren ekonomi uzmanlarının değerlendirmeleri ve piyasa araştırmaları, 19 Haziran’da yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında yeni bir faiz artırımının gündemde olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, son dönemde TCMB’nin açıklamalarında sürekli gündemin ön sıralarında tutulan “sıkı para politikası” altında kredi maliyetleri yüksek kalacağı için, özellikle sermaye yoğun ve uzun vadeli yatırımları önemli ölçüde frenleyeceği açıktır.

Bir başka deyişle, “enflasyonu düşürmek” için faizlerin yükselmesi, tüketim ve yatırımı sınırlayarak toplam talebi baskılayabilir; ancak, aynı zamanda istihdamda artış bir yana, özellikle 19 Mart sonrası çokça tanık olduğumuz gibi, birçok sektörde işten çıkarmaların çok ciddi arttığını gösteren haberler öne çıkıyor. Kısacası, TCMB ve ilgili birimlerden yapılan bu tür açıklamalar özellikle finansal yatırımcıyı cesaretlendirir, ancak reel yatırımlar, yükselen kredi maliyeti nedeniyle yavaşlar ve böylece durgunluk ve enflasyonun bir arada olduğu “stagflasyon” dönemine girilir; tıpkı bugünlerde yaşadığımız gibi, “durgunluk ile enflasyonun” aynı anda görüldüğü durumdur. Böylesi durumlarda “ekonomideki işsizlik oranı artarken fiyatlar da hızla yükselir.”

Özellikle, faizlerin yüksek kalması, ihracatçı firmaların işletme sermayesi ve yatırım kredisi maliyetlerini artırır. İhracat öncesi/sonrası finansman ihtiyaçlarını karşılamak zorlaşabilir. Özellikle düşük marjlı sektörlerde (tekstil, tarım, gıda) bu ciddi bir sorun olabilir. Ayrıca, içeride yüksek faiz – sabit kur ortamı, rekabet gücünü de azaltabilir. Türkiye’den benzer ürünleri satan rakip ülkelerde faizler düşük ve kur avantajı varsa, ihracatçılar fiyat tutturmakta zorlanabilir.

Ancak, daha da önemlisi, faizlerin yüksek kalması, KOBİ’lerin hem günlük nakit akışlarını hem de yatırım planlarını zorlaştırır. Birçok KOBİ, faaliyetini sürdürebilmek için kısa vadeli kredilere bağımlı olduğundan, yüksek faiz ortamı ciddi baskı yaratır. Sıkı para politikası tüketimi baskılayacağı için, KOBİ’lerin iç pazara yönelik satışlarında durgunluk yaşanabilir.

Özellikle perakendeciler, gıda, tekstil ve diğer küçük ölçekli imalatçılar, talep daralması nedeniyle zorluk yaşayabilir ki, yine son dönemde ekonomi haberlerinde en çok öne çıkanlardan bir bölümünün de, bu tür gelişmeleri ortaya koyanlar olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, bu sıkılaşma sürecinde KOBİ’lere özel finansman ve teşvik mekanizmaları devreye girmezse, batık riskleri hızla artıyor; ve yine veri açıklamalarının ortaya koyduğu gibi ağır borç yükü altındaki binlerce KOBİ işçi çıkarmanın ardından, kapılarını da kapatmak zorunda kalıyor.

Dolayısıyla TCMB, 19 Haziran’daki PPK toplantısında faiz artırırsa, bu, hem piyasaların hem de reel ekonomi açısından ciddi sonuçlar doğurur. Genel tanımıyla; faiz artışı kısa vadede “acı reçete” etkisi yaratır.

Gençlerde işsizliğin giderek artması ve NEET oranının yüzde 30’a doğru tırmanması, sadece bugünü değil, geleceğin ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarını da tehdit eden çok katmanlı bir sorundur. Gençler üretim sürecine katılamadığında, ülke ekonomisinin toplam verimliliği ve büyüme potansiyeli azalır. İnsan sermayesinin yeterince kullanılmaması, uzun vadeli kalkınma hedeflerini zayıflatır. Ayrıca, gençlerin iş hayatına geç başlaması, beceri kaybına ve iş alışkanlığı eksikliğine yol açar ve dolayısıyla “çalışmaya uzak” bir gençlik kitlesi oluşabilir. Bu da, yapısal işsizliği kalıcılaştırır.

Bu duruma, kamu bütçesi açısından baktığımızda, mali sürdürülebilirliğin de azalacağını görebiliriz; çünkü, işsiz gençler sosyal yardımlara daha fazla ihtiyaç duyar, buna karşın vergi ödemeleri yoktur. NEET oranının yüksek olması, gençlerin aldıkları eğitimin iş gücü piyasasının ihtiyaçlarıyla uyuşmadığını gösterir. Özellikle teknik ve dijital beceri açığı, gelecekte katma değeri yüksek sektörlerde yer almayı zorlaştırır.

Ve böylece, uzun süre işsiz kalan gençler, eğitime ve kendini geliştirmeye olan inancını kaybedebilir. Bu durum, yaşam boyu öğrenmeye kapalı bir kuşak yaratma riski taşır. NEET gençlik, aidiyet hissinden uzaklaştıkça toplumsal uyum bozulabilir ve gençlerin işsizlik ve çaresizlik nedeniyle işledikleri suçlar ve bağımlılık gibi toplumsal sorunlar giderek hız kazanarak yükselebilir.

Ayrıca, bu trend kalıcı hale gelirse, genç nüfusumuz yüksek olduğu için, “kayıp kuşak” riski ortaya çıkar. Bu, yalnızca bireyler için değil, ülke için de zaman ve kaynak kaybı anlamına gelir. Gelişmiş ülkeler bu süreci önlemek için, erken müdahale programları, mesleki eğitimler ve aktif işgücü piyasası politikalarıyla ciddi kaynak ayırır. Dolayısıyla, yüksek genç işsizliği ve NEET oranı, yalnızca bireysel hayatları değil, bir ülkenin geleceğini tehdit eder. Bugün çözülmeyen genç işsizliği, yarının büyüme, güvenlik, sosyal barış ve demokrasi sorunlarıdır. Genç işsizliğiyle mücadele, sadece iş yaratmakla değil, gençleri sisteme bağlı tutmakla mümkündür.

Kısacası, Türkiye’de yükselen “enflasyonu düşürmeye” odaklı “yüksek faiz” politikalarının yaratmakta olduğu sonuçların, 19 Mart’ın da etkisiyle gençlikte “kayıp kuşak” riskini “enflasyondan daha hızlı yükselttiğine” tanık oluyoruz.

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.