01 Ağustos 2025

Osman Şenkul - Yeni ucuz emek ve ticaret hattı çalışmaya başladı

osman-senkul-yeni-ucuz-emek-ve-ticaret-hatti-calismaya-basladi

Yeni ucuz emek ve ticaret hattı çalışmaya başladı

Osman Şenkul

Uluslararası haber ajansları ve bunlara dayanan haber sitelerinin, geçen hafta (29 Temmuz) Londra merkezli "Informa Telecoms & Media Limited" şirketinin Singapur’da kurduğu araştırma şirketi Canalys’in raporuna dayandırarak geçtikleri bir haber, gözlerden kaçmış olsa da, çok önemli bir gelişmeyi gözler önüne seriyordu.

Habere göre, Hindistan, akıllı telefon üretiminde yüzde 240'lık artışla ABD'ye akıllı telefon ihracatında Çin'i geride bıraktı. Bir başka deyişle, Hindistan'da monte edilen akıllı telefonlar, ikinci çeyrekte ABD'nin akıllı telefon ithalatının yüzde 44'ünü oluşturdu. Bu, geçen yılki yüzde 13'ten daha önemli bir artışa işaret ediyordu.

Bu veri aynı zamanda, Nisan-Haziran döneminde ABD'ye yapılan akıllı telefon ihracatının Çin merkezli payının, bir önceki yılın aynı dönemindeki yüzde 61'den yüzde 25'e gerilediğini gösteriyordu. Canalys raporuna göre, Hindistan, ABD Başkanı Donald Trump’ın ortaya attığı gümrük vergileriyle beslenen belirsizlik nedeniyle, üretim tedarik zincirinin Pekin'nin yerini alarak, ABD'ye akıllı telefon ihracatında, Çin'i geçip birinci sıraya yükselmiş oldu.

Hindistan'da monte edilen akıllı telefonlar, ikinci çeyrekte ABD'nin bu cihaz ithalatının yüzde 44'ünü oluşturdu. Bu rakam, geçen yılın aynı döneminde sadece yüzde 13 olan ithalatın önemli bir artışını gösteriyor. Buna karşılık, Canalys'in yayınladığı verilere göre, Çin'in ABD'ye akıllı telefon ihracatının payı, bir önceki yılın aynı dönemindeki yüzde 61'den Haziran ayında sona eren çeyrekte yüzde 25'e geriledi. Vietnam'ın ABD'ye akıllı telefon ihracatındaki payı da yüzde 30 ile Çin'in payını aştı.

Canalys'in baş analisti Sanyam Chaurasia, Hindistan'dan yapılan ihracattaki artışın temel nedeninin, ABD ve Çin arasındaki ticaret belirsizliğinin arttığı bir dönemde Apple'ın bu ülkeye yönelmesinin hızlanması olduğunu söyledi. Böylece Hindistan, ilk kez Çin'den daha fazla akıllı telefon ihraç etti.

Haberin ayrıntılarına bakılırsa, Apple, önümüzdeki birkaç yıl içinde ülkedeki tüm iPhone'ların yaklaşık dörtte birine karşılık gelen ve dolayısıyla ABD'de satılan iPhone'ların büyük çoğunluğunu bu yıl Hindistan'daki fabrikalarda üretme planlarını hızlandırdı.

Bu arada, ABD Başkanı Donald Trump, Apple’ın CEO'su Tim Cook'u iPhone'ları yurt içinde üretmeye çağırdı ve buna uymazsa Apple ürünlerine ek gümrük vergileri uygulamakla tehdit etti. Analistler ise, söz konusu ek gümrük vergilerinin iPhone fiyatlarını yükselteceği için, Trump’ın gerçekte böyle bir adım atmasının olanaksız olduğunu belirttiler. iPhone ve Mac dizüstü bilgisayarlar dahil olmak üzere Apple'ın birçok temel ürünü ve başka teknoloji ürünleri Trump'ın öne sürdüğü “karşılıklı gümrük vergileri”nden muaf tutuldu.

Bir araştırma raporu kaynaklı bu haber, her ne kadar bir şirkete, bir sektöre ve bir ülkeye ilişkin gelişmelere odaklanmış gibi görünse de; gerçekte, uzun bir hazırlık süreci olan ve çok sayıda sektörü ve yine çok sayıda ülkeyi kapsayacak kadar geniş, küresel ölçekte bir tabana oturuyor.

Bu küresel ölçekli tabanı, Hindistan’ın Başkenti Yeni Delhi’de 9-10 Eylül 2023’te toplanan G20 Ülkeleri Liderler Zirvesi”nde yaşananlardan anımsayabiliriz. O dönemde, Financial Times’ın (FT) “Türkiye, G20’nin Hindistan-Orta Doğu ticaret koridoru planına alternatif sunuyor” başlığıyla verdiği haberde, “Türkiye, Asya’dan Avrupa’ya giden mallar için bir ulaşım yolu olarak tarihi rolünü güçlendirmeye çalışırken, G20 zirvesinde kabul edilen Hindistan-Orta Doğu ticaret koridoru planına alternatif olarak bölgesel ortaklarıyla ‘yoğun müzakereler’ yürütüyor” denilmişti.

FT haberine göre Ankara, alt kıtadan gelen malları Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail üzerinden Avrupa pazarlarına taşıyacak olan Hindistan-Orta Doğu güzergahı önerisine karşı çıkmıştı. Çünkü, Çin’in artan etkisini zayıflatmak için büyük çaba içine giren ABD ve AB tarafından desteklenen söz konusu koridor, Türkiye’yi de baypas edecekti.

Zirve dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, “Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomi Koridoru” olarak tanımlanan bu yeni ticaret hattı için, “Türkiyesiz bir koridor olmaz” dedi. Erdoğan’a göre, ”doğudan batıya trafik için en uygun hat Türkiye üzerinden geçmek durumunda.” Kuşak ve yol girişimi konusunda Çin’in mesafe aldığını vurgulayan Erdoğan, “Biliyorsunuz bizim de Çin’in attığı bu adıma yönelik aldığımız mesafe var. Yani Marmaray’a varıncaya kadar hepsi o projenin, planın içinde… Ülkeler ticari yol ve güzergâhlarla, etki alanlarını da geliştirme gayretindeler” demişti.

FT haberine göre, Bağdat hükümeti tarafından açıklanan şemalar, potansiyeli 17 milyar dolar olarak öngörülen güzergahın, petrol zengini Güney Irak’taki Grand Faw limanından Türkiye’ye mal taşınacağını gösteriyordu. Bu haberlere göre söz konusu üç aşamaya dayanan plan, 1,200 kilometrelik yüksek hızlı demiryolu ve paralel bir karayolu ağına dayanacaktı. İlk adımda belirli hatta işlerliğini kazanması öngörülen planın aşamasının 2028’de, son aşamanın ise 2050’de tamamlanması hedefleniyor.

Plana göre, Hindistan’dan yola çıkacak mallar hızla Irak’ın güneyine gelecek, oradan trenlerle Marmaray’a taşınacak, İstanbul Boğazı’nı aşarak, Avrupa kıtasına ulaşacaktı. Ancak, aynı dönemde olduğu gibi, 19 Mart sonrasında da AB  “insan hakları, basın özgürlüğü, bağımsız yargı” temelli sorulara odaklanıyor. Bir başka deyişle, söz konusun devasa ekonomik rotanın bir ucunda ABD ve en doğal müttefiki AB var.

Yine o günlerde, en yakın müttefiki Bahçeli ile birlikte AB kapısını kapatmakta kararlı olduğunu vurgulayan Erdoğan, söz konusu “yeni rota”da kararlı olduğunu vurguluyordu:

“Biz şunu diyoruz, Türkiyesiz bir koridor olmaz. Türkiye, önemli bir üretim ve ticaret üssü. Doğudan batıya trafik için en uygun hat Türkiye üzerinden geçmek durumunda. Bu süreçte bizim çok önemsediğimiz bir adım ise Körfez’in bizimle beraber attığı adım. Irak, Katar, Abu Dabi üzerinden, Türkiye üzerinden Avrupa’ya giden bir yoldan, bir koridordan bahsediyoruz.”

Erdoğan’ın, bu “AB’ye rağmen” çıkışı, ister istemez akıllara, tarihte “aynı rotayı” açıp, bölge ticaretinde uzun yıllar belirleyici olan “Büyük İskender” rotasını getiriyor. Türkiye’deki İskenderun, Mısır’daki İskenderiye dahil, söz konusu rotada birçok yerleşime adını veren Makedonya Kralı II. Philip’in oğlu Büyük İskender, MÖ 334’te 35 bin kişilik ordusuyla Asya Seferi’ne çıktı. Çanakkale Boğazı üzerinden Anadolu’ya geçerek, Persleri yenip, Anadolu, Suriye, Mısır ve Mezopotamya’yı ele geçirdi ve Hindistan’a kadar ilerledi. Platon’un Akademisi’nden (MS 66–MS 67) yetişen, Yunan tarihçi, biyografi ve deneme yazarı Mestrius Plutarchus’a göre İskender bu seferinde, söz konusu rota üzerinde yaklaşık olarak 70 yeni kentin kurulmasını sağladı ve tüm bu hat üzerinde yeni bir ticaret yolu ve ekonomi oluşturdu.

Buradan da anlaşılacağı üzere, AB’nin kapısını bir hamlede kapatmak üzere harekete geçen hükümetin alternatif rotasının oldukça mucizevi bir geçmişi bulunuyor. Büyük İskender’in açtığı bu yolda ilerleyebilmek için, yine Büyük İskender’in mucizeler yaratan kılıcını çekip, hemen her zaman önüne çıkarılan “insan hakları, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı” sorularını mucizevi şekilde yok etmesi yetecek. Böylece, Halkalı’dan kalkacak bir Marmaray katarı, yol boyunca vagonlarına ceviz, kayısı, antep fıstığı doldurup, Basra Körfezi’ne kadar götürebilecek ve oradan alacağı Hindistan üretimi cep telefonları, tabletler, elektrikli araç pillerini, İstanbul Boğazı’nın altından geçirip, Avrupa’ya taşıyabilecek.

Tüm dünyanın da çok iyi bildiği gibi, İsrail ve ABD’nin Irak-Suriye-Türkiye üçgeninde hegemonya kurma hedefleri, esas olarak enerji kaynaklarına erişim, enerji yollarını kontrol etme, bölgesel güvenlik mimarisi kurma ve jeopolitik rakipleri çevreleme stratejilerine dayanıyor. Çünkü bu bölge, oldum olası, hem stratejik konumu hem de enerji kaynakları nedeniyle Batı’nın uzun süredir ilgisini çeken bir coğrafya.

Her ne kadar, küresel düzeyde rüzgar ve güneş enerjisi kaynakları hızla geliştiriliyor olsa da, Basra Körfezi’nden çıkan petrol ve doğalgaz hala ABD ve Batı şirketleri için oldukça önemli. Biraz geriye baktığımızda ABD'nin, Saddam sonrası dönemde Irak enerji sektöründe önemli ihalelerini ExxonMobil, Chevron gibi şirketlerle almak istediğini anımsarız. Suriye’nin doğusunda da, özellikle Deyrizor çevresinde önemli petrol ve gaz rezervleri oldukça çok ve yerleri de belli. Ayrıca Katar’dan Türkiye’ye uzanacak bir doğalgaz boru hattı projesi (Arap Gaz Boru Hattı), hem Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltacak hem de Batı’ya enerji kontrolü sağlayacaktı; ama, Esad dönemindeki Suriye, bu projeye direnince çatışmalar sertleşti. Kısacası, 2023 Eylül’deki toplantıda öne çıkana kadar, başta AB ve ABD olmak üzere, küresel düzeyde en etkili ülkeler, enerji kaynaklarını (Irak-Suriye) ve yollarını (Türkiye) askeri, diplomatik ve ekonomik yollarla denetim altına almak için, zaten çoktan hareket halindeydiler.

Düşman ekseninin çevresini sarmak, kendine dost/kontrol edilebilir tampon bölgeler oluşturmak isteyen İsrail de, ileri sürdüğü kuzeydeki tehditin İran - Hizbullah hattından geldiğini iddia ediyor. İsrail, tam da bu nedenle, bu bölgelerde zayıf, parçalanmış veya Batı’ya bağımlı yapıların oluşması için çabalıyor ve Trump’ın da desteğiyle Doğu Akdeniz doğalgazını Avrupa’ya taşıma planları için alternatif yolları arıyor. Bu da Suriye üzerinden bir deniz/kara güvenlik alanı ihtiyacını doğuruyor.

ABD açısından ise bu bölge, özellikle İran, Rusya ve Çin’in Ortadoğu’daki etkisini sınırlamak için oldukça büyük önem taşıyor. Bu nedenle, Tahran’dan Bağdat’a, Şam’a ve Beyrut’a uzanan Şii eksenini kırmak için Suriye-Irak hattına büyük önem veriyor; çünkü, aynı zamanda, Irak-Suriye-Türkiye hattını geçerek Avrupa’ya ulaşma potansiyeli olan Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesini de devreden çıkarıyor.

Tüm bunları sıralayınca, elbette akla, enerji şirketlerinin (ExxonMobil, Total, Shell) Irak ve Suriye’de rezerv kontrolü için attıkları adımlar, ayrıca savunma sanayi şirketlerinin (Raytheon, Lockheed Martin, Boeing) bölgedeki çatışmalardan doğrudan sağladıkları kazançları da unutmamak gerekiyor. Çünkü, altyapı ve yeniden inşa sektörleri, savaş sonrası bölgelerde (Irak ve Suriye’nin kuzeyi gibi) milyarlarca dolarlık ihalelerle Batılı şirketlere gelir sağlıyor. Tam da bu nedenle, söz konusu silah satışları, hem İsrail hem de Körfez ülkelerine yönelik artıyor; ABD için de dış ticaret kalemlerinde önemli yer tutuyor.

O zaman, hem NATO üyesi hem de bölgesel bir güç olarak Batı’nın müttefiki olan Türkiye’nin yerini nerede tanımlamak gerekiyor? Uluslararası dış politika uzmanlarına bakılırsa, “ABD ve İsrail, özellikle Kürt kartı (PYD-YPG üzerinden) Türkiye üzerinde baskı kurmak ve bölgesel denklemde yönlendirme aracı olarak kullanmak istiyor.” Aynı uzmanlar, “Türkiye’nin bağımsız dış politika izleme çabaları, zaman zaman bu hegemonik hedeflerle çatışmaktadır (örneğin Suriye’deki Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı gibi harekâtlar)” diyor. Hazır, “Terörsüz Türkiye” için artan çabalar varken, tüm bunları da göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Bu durum ile karşı karşıya kalınca, elbette ABD ve AB’nin, Rus gazına alternatif olarak Irak-Katar hattını değerlendirmek, Türkiye-Suriye hattını, Avrupa’nın mülteci dalgalarına karşı bir tampon bölge işlevi olarak görmek ve elbette, terörle mücadele bahanesiyle bölgeye müdahil olma ve ekonomik kaynaklara erişim çabasına karşı durmak gibi çok önemli etkenler de akla geliyor. Buradan bakınca da, ABD ve İsrail’in Irak-Suriye-Türkiye üçgeninde hegemonya kurma hedefinin temelinde çok ciddi ekonomik çıkarları olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunları kısaca özetlemek gerekirse; enerji kaynaklarını kontrol etmek ve Avrupa’ya yönlendirmek, enerji geçiş yollarını denetlemek, rakip güçleri (İran-Rusya-Çin) sınırlamak, savunma ve enerji şirketlerine yeni pazarlar açmak ve elbette bölge ülkelerini Batı sermayesine ve güvenlik ağlarına bağımlı hâle getirmek diye sıralayabiliriz.

Bu nedenle, bölgenin yalnızca jeopolitik değil, aynı zamanda jeoekonomik bir çatışma alanı olduğunu unutmamak gerekiyor ve söz konusu hegemonya, yalnızca tanklarla değil, boru hatları, dolar, inşaat ihaleleri ve enerji şirketleriyle kurulabiliyor.

Ama, ne tarafından bakarsak bakalım, Batı’nın “ucuz emek cenneti” kapılarını başkalarına kapatıp, yalnızca “kendilerine cennet” olmaya yönelirken, elbette “yeni cennetler” arayışına hız verdi. Bunun ilk örneklerini de Hindistan, Meksika, Vietnam ve Malezya’da hızla oluşturuyorlar. Bununla kalırlar mı? Elbette olanaksız; Batı kapitalizmi, müşteriye karşı tekelleşmeye odaklı çalışmak için elinden geleni yapmaya çalışsa da, kendisine “her yer cennet” olmalıdır; özellikle de emek piyasası…

Tüm bunları anlatır, art arda sıralarken, başından itibaren arka planda bekleyen elbette Türkiye oldu. Türkiye’de emek elbette oldukça ucuz ama daha da ucuzlatmanın yolu yok mu? Elbette var ve bu yola çoktan girdik sayılır. Oldukça uzun zamandan beri, Sudan, Umman, Ürdün, Yemen, Tunus, Filistin, Mısır, İran, Irak, Suriye, Filistin, Etiyopya’dan bu kadar çok ucuz (bedava) emeğin taşınması boşuna mı? Elbette değil. Sözünü ettiğimiz ülkelerden gelip, kaçak olarak çalıştırıldığı ortaya çıkan onlarca örnek haber olmadı mı? Elbette oldu. Bunlar yalnızca örtülemeyenlerdi. Kaldı ki, bu ucuz emeğin bu topraklarda özenle tutulabilmeleri için AB’nin de milyonlarca euro desteğini de hiç esirgemeden akıtıyor olması da ortada… Kısacası, Türkiye’ye biçilen yeni “ucuz emek cenneti adaylığı” artık realize olma aşamasına geldi.

Ancak, bu konuda en önemli ve sıcak gelişme de, Fransa'nın 24 Temmuz’da Filistin devletini resmen tanıyacağını açıklayarak bu konuda G7 ülkeleri arasında öncü rol üstlenmesi oldu; çünkü, Hindistan'dan başlayıp Batı'ya yönelen söz konusu yeni hattın sorunsuz kullanılabilmesi gerekiyordu. İran’ın, İsrail ve ABD’nin saldırılarıyla zayıflatılmasının ardından, hat üzerindeki kavganın da ortadan kaldırılmasının yolu kalıcı bir barışın sağlanmasıydı. Bu çok önemli gelişmenin ilk adımını da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron attı. Fransa'nın ardından da, İngiltere, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Finlandiya, Lüksemburg, Malta, Portekiz ve San Marino Filistin'i tanıyacağını açıkladı.

Kısacası, geçen hafta yayınlanan Hindistan merkezli çarpıcı haberle hız kazanan gelişmeler, aynı zamanda uzun zamandır taşları döşenen bu uzun yolun artık kullanılabilir düzeye yükseldiğini de gösteriyor.

 

 

 

 

 

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.