29 Ağustos 2025

Osman Şenkul - Yaşadıklarımızın 1929 Buhranı'yla benzerlikleri ve iflasları patlatan, işsizliği tırmandıran krizin 11 nedeni

osman-senkul-yasadiklarimizin-1929-buhraniyla-benzerlikleri

Yaşadıklarımızın 1929 Buhranı'yla benzerlikleri

ve iflasları patlatan, işsizliği tırmandıran krizin 11 nedeni

Osman Şenkul

ABD merkezli olup, tüm dünyayı derinden sarsan, hatta milyonlarca insanın ölümüne neden olan İkinci Dünya Savaşı’nın da tetikleyicileri arasında sayılan 1929 Buhranı, çeşitli faktörlerin bir araya gelmesi sonucunda patlak verdi ve dünya çapında derin etkiler yarattı.

ABD'de 1920'lerde, hisse senedi fiyatları hızla yükseldi ve birçok yatırımcı spekülatif amaçlarla hisse senetlerine büyük miktarlarda para yatırdı. Ancak, hisse senedi fiyatları gerçek değerlerini aşmıştı ve bu durum bir balon yaratmıştı. 24 Ekim 1929'da başlayan hisse senedi çöküşü, birçok insanın büyük miktarda parasını kaybetmesine ve bankaların iflas riskiyle karşı karşıya kalmasına yol açtı. Aynı dönemlerde, hem bireysel tüketici borçları hem de şirketlerin borçları hızla arttı. Bu aşırı borçlanma, krizin patlak vermesiyle birlikte birçok şirketin iflas etmesine ve bankaların batma riskiyle karşı karşıya kalmasına neden oldu. Borçların geri ödenememesi ve iflaslar, ekonomik sıkıntıları derinleştirdi. Büyük Buhran aynı zamanda tarım sektöründe de büyük sorunlara yol açtı. Tarım gelirleri düştü ve tarım kesimindeki işletmeler zor durumda kaldı. Bu da genel ekonomik krizin etkisini artırdı.

Bugün Türkiye ekonomisine bakarken, elbette aynı sonuçlardan söz edemesek de, 1929 Buhranı’nın önemli sonuçlarından birisi, bireylerin ve şirketlerin kurumsal iflaslarıydı. Büyük Buhran’dan yaklaşık 96 yıl sonra Türkiye’de aynı derinlikte olmasa da, yaşanan çöküntü, aynı şekilde bireylerin ve şirketlerin kitlesel iflaslarını öne çıkarmaya başladı.

Dun & Bradstreet’in 2024 Küresel İflas Raporu’na göre, Türkiye’de iflas eden şirket sayısı 2023’e kıyasla yüzde 23 artarak 465’e yükseldi. Ayrıca, Ocak–Temmuz döneminde geçici mühlet kararı verilen konkordato dosyaları, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 105 artarak 1.617’ye ulaştı. Kesin mühlet kararları ise yüzde 209 artışla 961’e çıktı; reddedilen konkordato talepleri de yüzde 113 artışla 710 oldu.

Birçok ekonomistin değerlendirmelerine göre, 2025’te şirket iflasları ve konkordato başvurularında keskin bir artış gözlemleniyor. Yalnızca ilk altı ayda iflas eden 96 şirketle, ekonomik kırılganlığın iş dünyasında giderek derinleştiğine işaret ediliyor. Ekonomistler ve uzmanlar, bu sürecin doğru yönetilmediği takdirde “domino etkisi” yaratacağını ve zombi firma tartışmalarının yeniden alevlendiğini vurguluyor. Kısacası, 2025 yılının yalnızca ilk altı-yedi ayında yaşanan iflas ve konkordato sayılarındaki dramatik artışlar, giderek çok daha zorlu bir tabloya işaret ediyor. Özellikle konkordato taleplerindeki ve reddedilen başvurulardaki keskin yükseliş, ekonomik stresin sürdürülebilirliğini ciddi şekilde tehdit ediyor.

Bu çöküş yalnızca iflasların sonucu olarak değil, işletmelerin kapatılmasıyla da öne çıkıyor. Türkiye’deki işletme kapanmalarında artış gözleniyor; buna göre, 2025’in ilk beş ayında yaklaşık 49.097 küçük işletme ekonomik nedenlerle kapandı; bazıları makineleri düşük bedelle yabancı alıcılara sattılar.

Farklı yayın organlarında yayınlanan haberlerde de sık sık önümüze çıkan, söz konusu krizin bir başka yansıması da, Türkiye’de faaliyetlerine son veren ya da fiilen durduran uluslararası şirketlerin sayısında da önemli artışla yaşandı.

Bunların arasında, Merlin Entertainments (İngiltere), Madame Tussauds İstanbul, SEA LIFE Akvaryum ve Legoland Discovery Centre İstanbul kalıcı olarak kapatıldı. Açıklanan gerekçeler “kârlılıkta düşüş ve zayıf ticari performanstı.” Ayrıca, Daio Paper / Goo.N (Japonya) 30 Haziran 2025’te Türkiye pazarından çekildiğini açıkladı. ABD merkezli Morgan Stanley Menkul Değerler A.Ş. 12 Mart 2025 tarihli yönetim kurulu kararıyla Borsa İstanbul üyeliğinden çıkarıldı; Türkiye’deki aracı kurum faaliyet izinlerinden feragat edildi. Morgan Stanley’in çekilmesine ilişkin İletişim Başkanlığı’nın 19 Mart 2025 günü yapılan açıklamasında, “Morgan Stanley, daha önce mevcuttaki faaliyet izinlerinden feragat etme başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru Sermaye Piyasası Kurulunca olumlu karşılanarak kurumun sahip olduğu Dar Yetkili Aracı Kurum Belgesi iptal edilmiş ve Borsa İstanbul Yönetim Kurulunun 12 Mart 2025 tarihli kararı ile Borsa üyeliğinden çıkarılmıştır” denildi.

Ekonomideki sert gelişmeler, konkordatolar üzerinden de kendisini gösterdi. Yılın ilk 5 ayında 2.235 firma konkordato ilan etti. Bunların içinden; 967’si geçici mühlet, 690’ı kesin mühlet kararı aldı, 462 başvuru reddedildi, 77 firma iflas etti, 39 firma tasdik kararı aldı. 

Konkordato başvurularında, yılın ilk altı ayında da, geçici mühlet kararı verilen firma sayısı önceki yılın aynı dönemindeki 605’e göre yüzde 108 artışla 1.259’a yükseldi. Bu dönemde kesin mühlet kararı yüzde 236 artışla 822’ye çıktı. Bu konkordatolarda iflas kararları da yüzde 101 artışla 553’e yükseldi. 

Söz konusu, 2025 takvimi, 2024’ü çok hızlı bir şekilde geride bırakarak, ağırlıklı olarak  inşaat, imalat sanayi, perakende gibi sektörlerdeki şirketlerin ekonomik açıdan derin bir kırılganlık içinde olduğunu ortaya koyuyor. Geçici ve kesin mühlet kararlarında dramatik artışlar dikkat çekiyor; bu durum, şirketlerin ödeme güçlüğünü uzun vadeli çözümlerle atlatma çabalarının yoğun olduğunu gösteriyor. İflas kararlarındaki iki katı artış, ekonomik zorlukların doğrudan iş dünyasını vurduğunun açık göstergesi.

Kısacası, 2025 yılında Türkiye’de, özellikle ilk yarıda, konkordato ve iflas başvurularında rekor seviyede artışlar yaşandı ve 2024 yılı rekorları kısa sürede geçildi. Bu eğilim, ekonomik ortamın şirketler açısından ne kadar zorlayıcı olduğunu net şekilde gösteriyor. Dolayısıyla, çok sayıda şirketin kapanmak zorunda kaldığı bir ekonomi, hem akademik hem de piyasa yorumcuları açısından “alarm verici” bir gelişme olarak görülüyor.

Ekonomistler bu sonuçlara, makroekonomik politika penceresinden baktığında;

-        Özellikle yüksek faiz dönemlerinde şirketlerin borçlanma maliyetlerinin aşırı yükseldiğini, bunun da yatırım ve üretimi baskıladığını söylüyor.

-        Ayrıca, enflasyonun kalıcı olduğu ülkelerde, politika yapıcıların öngörülemez adımlar atması iş dünyasının plan yapmasını zorlaştırıyor.

-        Yüksek faiz – düşük kredi erişimi politikaları, tüketici talebini bastırdığı için şirketlerin satışları azalıyor.

“Kriz kahini” olarak bilinen İstanbul doğumlu ünlü ekonomist Nouriel Roubini böylesine sık sık şirket kapanmalarını, bankacılık sistemi ve kredi kanallarındaki tıkanıklıklarla ilişkilendiriyor.

Bunun yanında, Paul Krugman gibi Keynesyen çizgideki ekonomistler, küçük ve orta ölçekli işletmelerin şoklara dayanamadığını, iflasların daha çok bu kesimde yoğunlaştığını vurguluyor ve Türkiye gibi dış finansmana bağımlı gelişmekte olan ülkelerde şirket kapanmalarını, döviz maliyetlerindeki artış ve kur şoklarıyla da ilişkilendiriyor.

Yine İstanbul doğumlu Harvard Üniversitesi, John F. Kennedy School'da Uluslararası Politik İktisat Profesörü Dani Rodrik, böylesi gelişmeleri, “sadece para politikasıyla açıklanamayacak” daha derin “rekabetçilik ve üretim yapısı sorunlarına” bağlıyor. Rodrik, şirketlerin art arda kapanmalarını, hukuki belirsizlikler, öngörülemez regülasyonların yanı sıra, çok sayıda şirket kapanırken büyük oyuncuların ayakta kalmasının “tekelleşme” bazlı olabileceğine de dikkat çekiyor.

Roubini, Rodrik ve başka birçok ekonomist, böyle bir tabloyu genelde, “ekonominin alarm verdiği, politika değişikliği gerektiren bir döneme işaret ettiği, istihdam ve büyüme üzerinde ciddi risk yarattığı dönemler” olarak değerlendiriyor ve şirket kapanmalarını sadece “geçici bir kriz etkisi” değil, ekonominin yapısal dönüşüme giremediğinin göstergesi olarak yorumluyor.

 

Ayrıca, Paul Krugman, Joseph Stiglitz gibi Keynesyen ekonomistler, iflasları artıran bu tür gelişmeleri değerlendirmelerinde, işsizlik ya da genel gelir dağılımı bozulma kaynaklı talep eksikliğinin üzerinde duruyorlar. Bu ekonomistlere göre şirketlerin iflaslarını ayrıca, tüketici harcamalarının düşmesi ve devletin yeterli teşvik vermemesiyle açıklarlar ve çözüm olarak;

-        Kamu harcamalarının artırılmasını,

-        Faizlerin düşürülerek krediye erişimin kolaylaşmasını,

-        Sosyal devlet harcamalarıyla talebin desteklenmesini önerirler.

Ekonomistlere göre çok sayıda şirketin kapanması, “devletin ekonomiye yeterince müdahil olmamasının” göstergesidir.

 

Buna karşılık, Milton Friedman ve Friedrich Hayek gibi neoliberal serbest piyasa ekonomistleri ise, şirket iflasları ve kapanmalarını “piyasanın doğal ayıklama süreci” olarak görebilirler. Onlara göre, bazı işletmeler verimsizdir ve iflas ederek piyasadan çekilmeleri, kaynakların daha verimli şirketlere aktarılmasını sağlar. Ancak, devletin yüksek vergiler, aşırı regülasyon veya yanlış para politikaları ile süreci hızlandırdığını da eleştirirler. Bu nedenle, bu görüşteki ekonomistler için kapanmalar, çoğu zaman “devlet müdahalelerinin ve yanlış teşviklerin” sonucu ya da piyasanın kendi dengesini bulmasının doğal yan ürünüdür.

Öte yandan, David Harvey, Samir Amin gibi Marksist ekonomistler, şirket kapanmalarını, kapitalizmin kriz döngülerinin bir parçası olarak görürler. Onlara göre sorun, sadece faiz, talep veya devlet politikaları değil, sistemin kendi içsel çelişkileridir. Büyük şirketlerin krizlerde ayakta kalıp küçüklerin yok olması, sermayenin merkezileşmesini hızlandırır.

Çözüm olarak daha eşitlikçi bir üretim modeli ve işçi sınıfının güçlendirilmesini önerirler ve “Şirket kapanmaları, kapitalist sistemin işçi sınıfını ve küçük üreticiyi sürekli tasfiye eden yapısının kaçınılmaz sonucudur” derler.

Kalkınma ekonomisi konusunda uzmanlaşmış Güney Koreli kurumsal ekonomist Ha-Joon Chang gibi ekonomistler de şirket kapanmalarını, küresel rekabet baskısı ve yanlış sanayi politikalarıyla açıklarlar. Bu ekonomistlere göre, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, üretim çeşitliliği sağlanmadığı ve teknoloji yatırımı yapılmadığı için şirketler krizlere karşı kırılgandır.

Bu ekonomistler çözüm olarak, sanayi politikalarının güçlendirilmesini, özellikle İhracatçı sektörlerin desteklenmesini, uzun vadeli kalkınma stratejileri geliştirilmesini savunurlar.

 

Farklı ekollerden ekonomistlerin yaklaşımlarından yola çıkarak, iflasları patlatan ve işsizliği tırmandıran Türkiye’deki son gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:

 

-        Türkiye’de yüksek faiz politikaları ve sıkı para politikası, iç talebi daralttı.

-        Tüketici kredileri pahalandı, hane halkı harcamalarını kıstı ve şirketlerin satışları düştü.

-        Devletin yeterince mali destek ve teşvik vermemesi, kapanmaları hızlandırdı.

-        Türkiye’deki vergi yükleri, ani regülasyon değişiklikleri, kredi sınırlamaları şirketlerin rekabet gücünü azalttı.

-        Piyasanın kendi dinamikleri” ile ayakta kalması gereken şirketler, yanlış politikalar nedeniyle boğuldu.

-        Türkiye’de çok sayıda kapanma, aslında sermayenin merkezileşmesini hızlandırıyor: küçük üreticiler tasfiye olurken büyük holdingler ve zincirler ayakta kalıyor.

-        Döviz krizi, enerji maliyetleri ve yüksek faiz, küçük şirketleri vurdu; büyük sermaye ise siyasi ilişkilerle korunuyor.

-        Türkiye’deki şirket kapanmaları kapitalist sistemin çelişkilerinden kaynaklanıyor; bu süreç işçileri ve küçük üreticileri daha da zayıflatıyor.

-        Türkiye’nin sanayi politikası zayıf, üretim büyük ölçüde ithalata bağımlı.

-        Enerji ve hammadde maliyetleri dövize bağlı olduğu için kriz dönemlerinde şirketler kırılgan hale geliyor.

-        İleri teknoloji ve katma değerli üretim gelişmediği için şirketler küresel rekabet karşısında tutunamıyor.

 

Buradan, 1929’a bakınca, en çok dikkati çeken, büyük ölçüde kendi bölgesiyle sınırlı bir uluslararasılaşma çabası içindeki dünya ekonomisinin yarattığı ağır bunalımın, günümüzdeki olabildiğince küreselleşmiş ekonomide ortaya çıkan bizim gibi yerel çöküntülerde nasıl ve neden ortaya çıktığını ve olası sonuçlarını kestirmenin de çok zor olmadığıdır. Böylesi durumlardaki “doğal sonuçlar” da, Türkiye’de ağır bir şekilde yaşadığımız gibi hızla tırmanan işsizliğin yoksullaştırdığı büyük kitlelerdir. Yaklaşık 96 yıl önce ortaya çıkan büyük bunalım sistemin hemen tüm taraflarına ağır tokatlar vururken, günümüzde yaşanan krizin sert sonuçları ağırlıklı olarak, Türkiye’de giderek yoksullaşan büyük işsizler ordusunu vuracaktır.

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.