Osman Şenkul - Ücretliler için değilse ekonomi kimin için büyür?
Ücretliler için değilse ekonomi kimin için büyür?
Osman Şenkul
Ekonomik büyüme sizin için ne ifade eder? Örneğin, ekonomi büyüyünce çok mu sevinirsiniz? Bu büyümenin kıyısından köşesinden mutlaka size de bir şeyler düşeceğini mi umarsınız?
Yoksa, “Geçen ekonomik büyümeden iyi nemalandık; artık önümüzdeki büyümelere bakıyoruz. Yüzde 5’ten düşük büyümeye, büyüme demem arkadaş” diyenlerden misiniz?
Hangi gruptan olursanız olun, 2025 büyümesinden öyle büyük beklentileriniz olmasın. Veriler üzerinde ne kadar çalışırsanız, çalışın, büyümenin yüzde 3.0’ü fazla aşmayacağını görürsünüz.
“Buna da bereket versin. El alem o kadarını da göremiyor. Türkiye koca koca ülkelerin arasında en yüksek büyümeyi yakalıyor” diyenleriniz olabilir.
Ancak unutmamalı ki, 25-30 milyon nüfusa karşılık, Türkiye’nin üç-dört katı yurtiçi gelire sahip bu ülkelerdeki yüzde 1.0 büyüme, Türkiye’deki yüzde 7-8’e karşılık geliyor.
Kısacası, büyüme deyince herkesin önce kendi boyuna, bosuna bakması gerekiyor. Hükümet ve yakın çevreleri yıllardır "Büyüdük…" diye hava atarken, boy bos meselesini pek kurcalamıyor elbette.
TÜİK’e göre, Türkiye ekonomisi, 2024 yılında Yıllık Gayrisafi Yurt İçi Hasıla yüzde 3,2 büyüdü; 2025 yılı birinci çeyreğinde yüzde 2,0 ve ikinci çeyreğinde yüzde 4,8 büyüdü.
Bu verilere bakarsanız ekonomi büyüdü. Ama ekonomi büyüdü de ne oldu? Çalışanların yarısından fazlasını oluşturan asgari ücretlilerin ekonomisi büyümek bir yana sürekli eridi.
TÜİK verilerine göre, 2022 Aralık ile 2024 Aralık arasındaki iki yıllık dönemde tüketici fiyatları yaklaşık yüzde 138 yükseldi ve Ağustos itibarıyla da yüzde 21,5 yükseldi. Aynı dönemde asgari ücret artışı ise yüzde 93,8 düzeyinde kaldı; bir başka deyişle, asgari ücretteki artışın neredeyse 1,4 katını enflasyon aldı götürdü.
Ancak, büyük çoğunluğa hiçbir yararı olmasa da, büyüme deyince, cümbür cemaat, yönetim çevresindekilerin egosu şişiyor; herkes “ülkemiz büyüyor” havalarına giriyor. Yönetim de, bu “milli ego”yu pek iyi bildiğinden, verileri sürekli yukarılara çekmeye, insanları büyüme rüyalarına gark etmeye çalışıyor.
Oysa, iç tasarrufların yüzde 12’lere düştüğü bugünlerde “el parası” olmayınca büyüme de olmuyor, yatırım da yapılmıyor, istihdam da oluşturulmuyor.
Türkiye’de 2021 yılında yüzde 30,3 düzeyinde olan hanehalkı tasarruf oranı, Dünya Bankası verilerine göre, bu yıl içinde yüzde 20–25 aralığında değişti.
Bir grup ekonomist tarafından kurulan ve 200’den fazla ekonomi, 20 endüstri ve 18 makroekonomik sektörü kapsayan 6,6 milyon zaman serisinden oluşan CEIC (Küresel Ekonomik Veriler, Göstergeler, Grafikler ve Tahminler) merkezinin verileri de, 2024’ün son çeyreğinde Türkiye’nin brüt tasarruf oranının yüzde 23,9 düzeyinde olduğunu gösteriyor.
Kısacası, bu süreçte, ülke genelinde hane tasarrufunda da ciddi gerilemeler yaşandığı görülüyor. O zaman büyümek için geriye ne kalıyor? “Büyüme”yi göstermek, büyümeyi o kadar büyütmeden, adım adım göstermenin koşullarını oluşturmak gerekiyor Bu nedenle büyümenin istikrarlı bir ölçüde sürdürülmesinin koşullarını da oluşturmak gerekiyor. Bunun en önemli koşulu da elbette, öteden beri “Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı” olarak gösterilen ödemeler dengesinin, gerçekten dengeli olmasını gerektiriyor.
Genel olarak “cari açık” olarak bilinen açıklar, sanayiden hizmetlere ve hatta tarıma kadar her alanda üretilenden çok ithal edilmesinden kaynaklanıyor. Türkiye ekonomisi, ihracat da yapsa, ithalat da yapsa, bir yandan açık üretmeye devam ediyor. Birçok sektörde, 100 dolarlık ihracat yapabilmek için, 50 dolardan fazla ithalat yapılmak zorunda kalınıyor. Sektörlere bağlı olarak, bu ihtiyaç 70-80 doları buluyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) bu durumu yakın geçmişteki raporlarında şöyle değerlendiriyordu:
“Türkiye'nin yapısal politikaları, yerli malların ithalata göre rekabet gücünü artırmaya ve ihraç ürünlerini değer zincirinde daha yukarılara çıkarmaya yönelik olmalıdır. Geçtiğimiz on yıl boyunca Türkiye'nin ihracat hacmindeki güçlü büyüme rakamları, yüksek ithalat ihtiyaçlarını karşılamadı. Buna ek olarak, ihracat değerindeki artış, ihracatın miktarsal hacmindeki artışın gerisinde kalmaya başladı.”
Türkiye’nin söz konusu açıklarını kapatmakta öne çıkan elbette farklı sektörlerden ihracatçılardır; onlar ne denli çok ihracat yaparsa, açıklar da o denli kapatılabiliyor ve dolayısıyla, yüksek CDS nedeniyle, ağır maliyetli borçlara girme zorunluluğu bir ölçüde azalabiliyor.
Türkiye'nin toplam ihracatı 2024 yılında yüzde 2,5‘lik bir artışla 262 milyar dolara yükseldi ve aynı yılda en çok ihracat yapılan ülke grupları arasında Avrupa Birliği 99 milyar 355 milyon 460 bin dolar ile başı çekti. Ancak, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 37,8’inin müşterisi olan AB, karbon yoğun mallara uygulanan dünyanın ilk büyük ölçekli sınır vergisi olan karbon vergisini 1 Ocak 2026 günü uygulamaya başlayacak. Uzmanlara göre, küresel ticareti tamamen dönüştürme potansiyeline sahip olan bu adım, ağır sanayiden kaynaklanan sera gazı emisyonlarını azaltmak ve dünya çapında daha temiz üretim süreçlerini teşvik etmek için bloğun çabalarının bir parçası olarak atılıyor.
Gelecek yıl 1 Ocak'tan itibaren, AB'nin Karbon Sınır Ayarlama Mekanizması (CBAM), 27 ülkeden oluşan blok dışından ithal edilen çelik, gübre, çimento, alüminyum ve hidrojen gibi mallara önemli bir maliyet getirecek. Uygulamanın koşullarına göre, bu malları AB'ye getiren ithalatçılar, ilgili emisyonları karşılamak için CBAM sertifikaları satın almak zorunda olacaklar. Bu sertifikaların maliyetinin AB Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) piyasa fiyatı ile aynı olması bekleniyor.
Gelelim, Türkiye’den AB’ye ihraç edilen ürünlerin durumuna. Uygulama kapsamında; çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre, hidrojen ve elektrik sektörlerinde Ticaret Bakanlığı verilerine göre Türkiye'den söz konusu ürünlerde AB'ye yapılan ihracat, toplam ihracat içinde yüzde 42 paya sahip oldu. Bu da, Türkiye’nin “en büyük müşterisi” konumundaki AB’nin aldığı ürünlerin neredeyse yarısını ihraç edebilmek için, söz konusu yüksek maliyetli CBAM sertifikaları satın alınmak zorunda olunacak; bir başka deyişle, bu ürünlerin ihracatta maliyetleri yükselecek ve bu nedenle ihracatta daralma yaşanabilecek.
Büyük olasılıkla, bu durumu önceden bilen yerli üreticiler de, yılın sonuna doğru yaklaşırken frene basmaya başladılar; çünkü, yeni açıklanan Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) verilerine göre, üretimde daralma sürüyor.
İstanbul Sanayi Odası'nın (İSO) açıklamasına göre, "Türkiye imalat sektörünün faaliyet koşullarındaki bozulma eğilimi 2025 üçüncü çeyreğinin sonu itibarıyla devam etti" ve PMI 46,7'ye geriledi. İSO'dan yapılan açıklamada, “PMI, imalat sanayi sektörünün kaydettiği performansı sergilemek amacıyla tasarlanmış tek rakamlı, bileşik performans göstergedir. Manşet gösterge; yeni siparişler, üretim, istihdam, tedarikçilerin teslim süresi ve girdi stokları göstergelerinden elde edilmektedir. 50,0 değerinin üzerinde ölçülen tüm rakamlar, sektörde genel anlamda iyileşmeye işaret etmektedir" denildi.
Dolayısıyla, Ağustos’ta 47,3 olan manşet PMI Eylül’de 46,7’ye gerileyerek imalat sektörünün yavaşlamaya devam ettiğini gösterdi. Böylece faaliyet koşullarındaki bozulma eğilimi bir buçuk yıla ulaştı. Açıklamada şöyle denildi:
“Anket katılımcılarının geri dönüşleri, firmalar açısından zorlayıcı talep koşullarının sürdüğüne işaret etti. Bu durum, yeni siparişler ile ihracatın daha da yavaşlamasına yol açarak imalat sanayi üretiminde belirgin düşüşle sonuçlandı. Yeni siparişlerdeki zayıflama, imalatçıların birikmiş iş yüklerini azaltabilmelerine olanak tanıdı ve bu azalış yaklaşık bir yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Firmalar satılamayan nihai ürünlerini stoklarına ekledi ve böylece üretim sonrası stoklar son üç ayın ilk artışını kaydetti.”
Bu durumda, ödemeler dengesini desteklemek, AB’ye yapılan söz konusu sanayi ürünlerin dışındaki ürünlerin ihracatına kaldı diyebiliriz. Ancak, AB ülkelerine yapılan ihracatın diğer yarısını temsil eden ürünlerin durumu da çok olumlu görünmüyor.
Ekonomim Gazetesi'nin haberine göre Türkiye’den AB'ye ihraç edilen ancak izin verilenin çok üzerinde pestisit (zirai ilaç) ya da aflatoksin (küf hastalığı) bulunduğu gerekçesi ile iade edilen ürün sayısı her geçen gün artıyor.
Avrupa Birliği’nin hızlı gıda ve yem uyarı sistemi RASFF verilerine göre, Türkiye 2025’in ilk dokuz ayında 384 bildirim ile öne çıktı. Türkiye’yi 223 bildirimle Çin takip etti. Türkiye’den AB’ye ihraç edilen ürünlerde 169 bildirimle meyve ve sebze grubu ilk sırada yer aldı.
Bunu kuruyemiş, çekirdek ve tohumlar (89), baharatlar ve otlar (30), kanatlı eti ve ürünleri (24), incir şekerleme türevleri (15) takip etti. Bunların yanında, diyet gıdalar ve takviyeler (12), tahıllar ve fırın ürünleri (10), kakao/çay/kahve ürünleri (8), gıda ile temas eden malzemeler (5) ve diğer gıda ürünleri (5) de bildirime konu oldu.
Kuru incir, aflatoksin ve okratoksin A nedeniyle 70’ten fazla bildirim alarak zirveye oturdu. Biber, çeşitli pestisit kalıntıları sebebiyle 20’den fazla bildirim alırken, üzüm yaprağı, armut, kayısı, domates ve nar da öne çıkan diğer ürünler arasında. Bildirimin en büyük kısmı mikotoksinler (özellikle aflatoksin), pestisit kalıntıları ve mikrobiyolojik riskler (özellikle salmonella) kaynaklı oldu.
Türkiye menşeli ürünlerle ilgili en çok bildirimi yapan ülkeler arasında ilk sırada Almanya (99 bildirim) yer aldı. Almanya ile birlikte Bulgaristan (49), İtalya (48), Hollanda (33), Fransa (28) listenin ilk 5’ini oluşturdu.
Bu durumda, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin “en büyük ihracat müşterisi”nin ödemeler dengesinin düzelmesine verdiği destekte oldukça ciddi daralmaların yaşanacağı anlaşılıyor. Bir başka deyişle, ekonomideki büyüme, “herkes için” olmaktan çok, uzun yıllardır olduğu gibi, olabilecek büyümeden yalnızca “arta kalanlar” herkesin büyük çoğunluğunun olabilecek.
