26 Aralık 2025

Osman Şenkul - Tuzlu fiyatların etkisini tatlıya bağlamanın yolu üretimi artırmak

osman-senkul-tuzlu-fiyatlarin-etkisini-tatliya-baglamanin-yolu-uretimi-artirmak

Tuzlu fiyatların etkisini tatlıya bağlamanın yolu üretimi artırmak

Osman Şenkul

Milattan Önce 500. Yüzyıl’da, Ege Denizi’nin güneyindeki iki büyük adadan Girit ne denli uygarlık merkeziyse, Rodos da o denli korsanların ana üssüydü; Ada yüzyıllar boyunca korsanlarıyla denizcilere korku saldı. Rodos Şövalyeleri’nin (sonradan Malta Şövalyeleri) adayı ele geçirdikleri 14. yüzyıldan sonra korsanlıklar biraz kontrol altına alınsa da ticaret gemilerine zaman zaman önemli saldırılar yaşandı.

Rodos’ta önemli ve büyük bir yerleşim yoktu. Bugünkü Rodos kentinin bulunduğu yerdeki büyük liman ve çevresindeki yerleşim daha çok tekne yapım işleriyle uğraşanlar ve korsanlara lojistik destek sağlayanların barınaklarından oluşuyordu. Limanın gerisinde, adanın iç kesimlerinde de korsanların, tarımsal üretim ve hayvancılık yapan ailelerinin yaşadıkları küçük köyler vardı. Hemen herkesin, korsanların Rodoslu olduklarını bilmesine karşın, saldırıların adadan çok uzakta yapılması ve sığınma için hiç kullanılmaması, anayurdun her zaman güvenli kalmasını sağlıyordu.

Rodoslu korsanlar ticaret filolarına saldırılarını bu dev adadan değil de daha küçük ıssız adalardaki ya da anakaradaki saklanmaya elverişli minik koylardaki üslerinden yapıyor, ganimet de önce bu gözden ırak merkezlerde biriktirilip daha sonra Rodos’a taşınıyordu. Yunan ve Fenike merkezi otoritelerinin kolonileşmeleri gibi, korsanlar da böyle saldırı üsleri kurabilmek için kendilerince kolonileşiyorlardı; bir başka deyişle, bir tür “vur-kaç” taktiği ile yapılan korsanlıklar, merkezden uzak sığınma yerleri gerektiriyordu.

İşte, Phaselis kentinin kuruluşu da böyle bir kolonileşmenin ürünüydü. Şimdiki Antalya Kemer yakınlarında bir antik kent ve açık müze olarak hizmet veren ören yeri Phaselis’in en büyük özelliklerinden birisi de üç limanı olan en eski kent olmasıdır. Limanların en iyi korunanı askeri, en büyük olanı da ticari amaçla kullanılıyordu. En küçük liman ise, küçük balıkçı ve ulaşım teknelerinin barınağıydı.

Hâlâ ayakta olan bu limanların yanı sıra, gittiği her yere, kendi adıyla anılan bir “kapı” yaptıran Adrianus’un Phaselis’i de mahrum bırakmadığını açık seçik gösteren “abidesi” de ayakta duruyor. Ayrıca, hemen her Phaselisliyi ve konuklarını içine alacak büyüklükte bir tiyatrosu ile alışveriş, toplantı, yürüyüş, sohbet gibi gereksinimlerin giderildiği bir de agorası bugün bile hizmette Phaselis’in.

Korsanların altın devirleri, Filistin ve Lübnan’ın dev sedir ağaçlarından (sedir halen Lübnan bayrağının simgesidir) üretilen tekneleriyle Akdeniz ticaret filolarını talan ettikleri geç Osmanlı Dönemi’ne kadar sürdü. Atina’da Perikles’in iktidara gelişinin ardından, ticaret filolarının yanında bir ya da birkaç tane de askeri gemi yollanmaya başlanması, korsanların kolonileşmesine de ivme kazandırdı. Ticari gemilerin korunması başlayınca, korsanlar ya başarısız olmaya ya da ticaret filolarını talan edebilseler bile en yakın sığınma yerlerine varana kadar yakalanmaya başladılar.

Bu gelişmeler üzerine, korsanlar Güney Anadolu’da güvenli barınak olabilecek nitelikte koylar aramaya başladılar. Bu aramalar sırasında sonradan Phaselis kentinin kurulduğu bu üç koylu bölgeyi buldular. Açık denizden bakıldığında kesinlikle koylarında barınan gemileri ele vermeyen bu bölge, arkasındaki orman kaplı Batı Toroslar nedeniyle de karadan da güvenli niteliğiyle Rodoslu korsanların çok hoşuna gitti ve hemen buraya yerleşmeye ve burada bir üs kurmaya karar verdiler.

Ancak, korsanlar karaya çıktıklarında durumun hiç de sandıkları kadar kolay olmayacağını anladılar. Çünkü daha karaya adımlarını atar atmaz karşılarına bir Anadolulu çoban dikilmişti. Tüm bölgenin sahibi olduğunu söyleyen çoban, korsanların oraya yerleşmelerine izin vermeyeceğini söylüyordu.

Bunun üzerine bir durum değerlendirmesi yapan korsanlar, çobanı öldürüp bölgeye el koymakla işin içinden sıyrılamayacaklarına karar verdiler. Böyle bir hareket, denizdeki düşmanlara, karadaki kavimlerin katılmasına yol açacaktı. Bu durum, kara savaşlarında çok acemi olan korsanların hiç işine gelmediği için sorunu barışçı yollarla çözmeye karar verdiler.

Yeniden karaya çıkan korsan heyeti, çobandan bölgeyi kendilerine satmasını istedi. O dönemde para gibi bir değişim aracı olmadığından, korsanlar geniş ormanlık koylara karşılık, gemilerinde bolca bulunan, uzun yolculuklar sırasında beslenme gereksinimlerini karşıladıkları tuzlanmış balıklarından önerdiler. İşi keçi, koyun yetiştirmek olan çoban da tuzlanmış balıkları kabul edeceğini söyledi; bunun üzerine çoban ve korsanlar arasında koyu bir pazarlık başladı ve sonunda belirli bir miktar üzerinde anlaşma sağlandı.

Korsanların karaya çıkarıp teslim ettikleri balıkları alan çoban, hayvanlarını da alarak bölgeyi onlara terk etti. Korsanlar, kendilerine göre az bir miktar balık karşılığında bölgeye sahip olmanın mutluluğuyla ‘çok ucuz’ anlamına gelen “çok güzel bir barınağa ‘tuzlu’ sahip olduk” dediler. Ancak, belirlenen tuzlu balık miktarı çobana göre ise “iyi fiyat”tı. Dolayısıyla, korsanlara göre ‘çok ucuz’ anlamına gelen ‘tuzlu’ sözcüğü çoban açısından “çok pahalı”yı temsil ediyordu.

O nedenle, bu söz Phaselis’in kuruluşundan itibaren hem başta Rodos ve Girit olmak üzere adalara, hem de önce Güney Anadolu’ya, daha sonra da tüm Anadolu’ya yayıldı. Ancak, alışverişin iki yönü olduğuna göre, doğal olarak görecelik burada da devreye girdi; üzerinde anlaşılan balık miktarı, Rodoslu korsanlar için “ucuzu” temsil ettiği için, adalarda “tuzluya geldi” bir şeyin ucuzluğunu belirtmek üzere kullanılır oldu. Oysa çoban, tüm Anadolu’ya o işine yaramayan koyları oldukça pahalıya sattığını yaymıştı. O nedenle de Anadolu tarafında ise, bugüne kadar gelen “tuzluya patladı” sözü “çok pahalı” anlamında kullanıldı.

Günümüzden 25 yüzyıl kadar önce yaşanan bu gelişmelerin temelini attığı uygarlığımızın bugünlerinde, o günlerin oldukça öteye taşındığı, tüm yaşamın “tuzluya patlar” hale geldiği günleri yaşar olduk.

İstanbul Planlama Ajansı’nın (İPA) son yayımladığı “İstanbul Barometresi” verilerine göre, mega kentte hayat pahalılığı yeni bir eşiği daha geride bıraktı. Kasım ayı itibarıyla İstanbul’da dört kişilik bir ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamını sürdürebilmesi için gereken ortalama tutar 106 bin 34 lira olarak hesaplandı. Eğitim, yıllık bazda yüzde 100,7 artışla "en çok tuzlanan" kalem oldu. Türk-İş tarafından Ankara merkezli yapılan araştırma da sadece sağlıklı ve dengeli beslenme temelinde açlık sınırı 29 bin 828 liraya, bir başka deyişle yeni yükseltilmiş asgari ücretin de (28 bin 75 lira) üzerine tırmandı.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Ar-Ge birimi KAMUAR, Türkiye’nin büyük bölümünde yaygın şubeleri bulunan zincir marketlerden derlenen fiyatlarla oluşturulan 64 temel gıda maddesinden oluşan sepet üzerinden hesaplanan Aralık 2025 gıda fiyatları endeksi sonuçlarını açıkladı. Araştırmaya göre Türkiye’nin yüksek enflasyon sürecine girdiği Eylül 2021–Aralık 2025 döneminde gıda fiyatları yüzde 1508 arttı. Araştırmaya göre 2025 yılındaki ortalama gıda fiyatları, 2024 yılının yıllık ortalamasına kıyasla yüzde 54 arttı. Yıllık ortalama fiyatlar esas alındığında, 2024’te 1000 liraya satın alınabilen bir gıda sepeti için vatandaşlar 2025’te ortalama 1540 lira ödemek zorunda kaldı. Gıda fiyatlarındaki aralıksız artış eğilimi Aralık ayında da sürdü. Gıda fiyatları Aralık’ta bir önceki aya göre yüzde 2,6 artarken, geçen yılın aynı ayına göre artış yüzde 44,5 olarak gerçekleşti. Böylece gıda fiyatlarında kesintisiz artış süresi 67 aya yükseldi.

Görüldüğü gibi, Türkiye’de yeme, içme, eğlenme ve gezme gibi birçok gereksinimin “oldukça tuzlu” hale gelmesi, birçok kişiyi, “adalar tuzlusu” aramaya da bu nedenle yönlendirdi. Özellikle yüksek gıda enflasyonu Yunan adalarını Türkiye’den daha ucuz hale getirdi. Ege Denizi’nin iki yakasındaki tatil beldeleri karşılaştırıldığında Türk kahvesinden dönere, hamburgerden deniz ürünlerine kadar pek çok seçenek kur farkına rağmen Yunanistan’da daha uygun fiyatlarla satışa sunuluyor. Bu nedenle, özellikle yerli turistin önemli bir bölümünün aradaki fiyat farkları nedeniyle Türkiye’deki tatil beldelerinden çok Yunan adalarını tercih ettiğine ilişkin haberler de bu durumu çok iyi açıklıyor.

Örneğin, geçen yaz aylarında Türkiye vatandaşlarından alınan 60 Euro karşılığındaki kapı vizesi dahi, Anadolu'nun "tuzlu fiyatları"ndan kaçanları engelleyemedi ve binlerce kişi, "Yunan adası tuzlu fiyatlarına" erişmek için Midilli, Sakız, Sisam, Limni, Leros, Kalimnos, Kos, Simi, Rodos, Meis’e aktı.

Türkiye’de enflasyonun en önemli ayaklarından birini de, dünya genelinde, Bolivya, Malavi, İran, Güney Sudan, Arjantin ve Haiti ile birlikte “ilk 7”ye girdiğimiz gıda enflasyonu oluşturuyor; çünkü, giderek daralan tarımsal üretim, fiyatları tuzlandırıyor ve bu da doğal olarak açlık sınırını tırmandırıyor. Bu nedenle, neredeyse tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de çiftçilerin desteklenmesi gerektiğini vurgulayan Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar da çiftçilerin  bu konuda uyarıyor: “Çiftçilerimiz, her geçen gün artmaya devam eden girdi, lojistik, işçilik gibi üretim maliyetlerine ek olarak değişen iklim koşulları nedeniyle aşırı sıcaklık, şiddetli yağış, dolu, fırtına, don gibi doğal afetlere artık çok daha fazla maruz kalıyor.”

Oysa, komşumuz Yunanistan, zeytinde dünyanın en büyük 5. üreticisi, şeftalide dünyanın en büyük 3. üreticisi, üzümde dünyanın en büyük 19. üreticisi, portakalda dünyanın en büyük 17. üreticisi, kivide dünyanın en büyük 5. üreticisi olduğu için, onların “tuzlu fiyatları” yalnızca kendi halkını değil, Türkiye’deki tuzlu fiyatlardan kaçanları da mutlu ediyor.

Kısacası, sürekli yinelediğimiz gibi, enflasyonun önünü kesmenin yolu, yaşamın birçok alanını daha da zorlaştıran yüksek faiz değil, sanayide ve tarımda üretimi olabildiğince artırmaktan geçiyor.

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.