Osman Şenkul: IMF ve Trump ile Haziran’da gülmek zor olacak

IMF ve Trump ile Haziran’da gülmek zor olacak
Osman Şenkul
“Enflasyon kesin olarak aşağı yönlü bir yola girene ve enflasyon beklentileri TCMB tahmin aralığına yaklaşana kadar sıkı finansal koşullara ihtiyaç duyulacaktır. Başlık enflasyonu ve enflasyon beklentileri TCMB'nin tahmin aralığına düşene kadar sıkı para politikası duruşunun sürdürülmesi gerekecektir. Enflasyon beklentileri düşmeye devam ettikçe finansal koşullar sıkılaşacaktır, ancak enflasyon 2025 sonu hedef aralığıyla tutarlı bir yola doğru düşmeye devam etmezse ek sıkılaştırma gerekebilir. Politika iletimini iyileştirmek için sermaye girişleri mümkün olduğunca tamamen sterilize edilmeye devam edilmelidir. Politika oranı kredi büyümesi üzerinde bağlayıcı faktör haline geldikçe, niceliksel kredi sınırları aşamalı olarak kaldırılmalı, bu da iletişimi güçlendirecek ve para politikasının etkinliğini artıracaktır. Enflasyon sürdürülebilir bir aşağı yönlü eğilime girene kadar TCMB, aşırı gerçek değerlenmeden kaçınırken geçici döviz kuru oynaklığını yumuşatmaya devam etmeli ve rezerv tamponlarını fırsatçı bir şekilde yenilemelidir. Enflasyon düştükçe ve rezerv tamponları iyileştikçe müdahale azaltılabilir ve döviz kurunun bir şok emici gibi davranmasına izin verilebilir. Kalıcı şoklara müdahaleden kaçınılmalıdır.”
Bu sözler, 29 Mayıs-11 Haziran 2024 tarihleri arasında 4. Madde Konsültasyon Çalışması görüşmelerini yürütmek üzere Türkiye'yi ziyaret eden Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) heyetinin lideri ve Türkiye Masası Şefi James Walsh’ın, 19-20 Ağustos 2024 tarihlerinde düzenlenen sanal takip görüşmelerinin ardından 28 Ağustos 2024’te yaptığı açıklamadan bir bölümü yansıtıyor.
Ayrıca Walsh, bu uyarılarından yalnızca iki ay sonra, 23 Ekim’de yaptığı açıklamasında da, “Merkez Bankası’nın enflasyon hedefi olan yüzde 14’e ulaşmak için daha fazla faiz artışı yapması gerektiğini söyledi. Walsh, asgari ücret için de “Enflasyonun yükselmesine yol açacak bir artıştan kaçınılmalı” diye uyardı.
Elbette, hükümet bu uyarıları dikkate aldı ve, başta muhalefet ve sendikaların yoğun, “asgari ücret en az 30 bin lira olmalı” çağrılarına karşın, asgari ücreti 17,002 liradan, yüzde 30 artışla 22,104 liraya yükselterek, IMF’in buyruğunu yerine getirmiş oldu.
Hükümetin, yükselen tepkilere karşın asgari ücret artışını IMF’nin istediği sınırlarda tutması işe yaradı mı? Sonraki gelişmeleri yaşadığımız için “Elbette hayır” yanıtını vermeliyiz. Bu gelişmeleri, biraz geriye giderek sıraladığımızda, göreceğimiz tablo, aslında büyük ölçüde yaşadıklarımızı yansıtıyor ve önümüzde bizleri nelerin beklediğinin ipuçlarını da sıralıyor:
TCMB, 8 Ağustos’ta yayınlanan “Enflasyon Raporu 2024-III”te şöyle dedi: “2024 yılı enflasyonun yüzde 70 olasılıkla, 2024 yılı sonunda orta noktası yüzde 38 olmak üzere, yüzde 34 ile yüzde 42 aralığında; 2025 yılı sonunda orta noktası yüzde 14 olmak üzere yüzde 7 ile yüzde 21 aralığında gerçekleşeceği; 2026 yılı sonunda tek haneli seviyelere gerileyip yüzde 9’a düştükten sonra orta vadede enflasyon hedefi olan yüzde 5 seviyesinde istikrar kazanacağı tahmin edilmektedir.”
TCMB'nin 8 Kasım'da açıkladığı Enflasyon Raporu 2024 - IV'te de "Yıl sonu enflasyon tahmini 2024, 2025 ve 2026 yılları için sırasıyla yüzde 44, yüzde 21 ve yüzde 12 olarak güncellenmiştir" denildi. Yılın son iki aylık (Kasım, Aralık) verisinin açıklanmasından hemen önce, Kasım’da yapılan güncellemede yüzde 44 olarak saptanan 2024 enflasyon tahmini yüzde 44.38 ile tutturuldu.
Bu gelişmelerin ardından, TCMB Para Politikası Kurulu, beklendiği gibi, 23 Ocak’ta yaptığı yılın ilk toplantısında politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faizini yüzde 47,5’ten yüzde 45’e ve 6 Mart’taki ikinci toplantıda da yüzde 45’ten yüzde 42,5’e indirilmesine karar verdi.
Ancak, yeni yıla girilip, art arda gelen fiyat artışlarının etkisiyle, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Ocak'ta aylık yüzde 5,03 ve yıllık yüzde 42,12 Şubat'ta aylık yüzde 2,27 ve yıllık yüzde 39,05, Mart'ta aylık yüzde 2,46 ve yıllık yüzde 38,10 ve Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verilerine göre, Ocak'ta aylık yüzde 8,22, yıllık ise yüzde 81,01, Şubat'ta aylık yüzde 3,37, yıllık yüzde 79,51 ve Mart'ta aylık yüzde 3,91 ve yıllık yüzde 75,20 olarak hesapladı. İstanbul Ticaret Odası'nın (İTO) verilerine göre de, Mart ayında kentte enflasyon önceki aya kıyasla yüzde 3,79 arttı ve yıllık artış oranı da yüzde 46,23 oldu.
Fiyat artışları yılın ilk üç ayında TÜİK’e göre yüzde 10,6 düzeyine yükseldi; bu veri, yılın yalnızca ilk çeyreğini yansıtıyor. Merkez Bankası, 2025'in ilk enflasyon raporunda, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 21'den yüzde 24'e çıkarmış olsa da, ilk çeyrekte gerçekleşen enflasyon bir önceki rapordaki yıllık yüzde 21 olan öngörünün yarısını buluyor, yeni öngörünün de yarısına (yüzde 12) oldukça yakın düzeylere ulaşmış bulunuyor.
Farklı kuruluşların verilerine göre, farklı ölçülerde de olsa enflasyonda düşüş görünse de, öngörülen/hedeflenen düzeylere gerilemesinin oldukça zor olduğu ortada. Buradan da anlaşılacağı üzere, yılın ilk çeyreğinde yüzde 10,6 düzeyine ulaşan enflasyonun, hükümetin enflasyon hedefini tutturmanın, TÜİK marifetiyle dahi olanaksız olacağı anlaşılıyor.
Enflasyon ve faizdeki gelişmelerin hemen ardından ekonomistlerin yaptıkları değerlendirmeler de oldukça dikkat çekici. Öncelikle, ABD merkezli yatırım bankası JP Morgan’ın, yılın ilk günlerinde yayınladığı bir raporda, Türkiye için 2025 sonu enflasyon beklentisini yüzde 26 olarak açıklamış olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Ücret artışlarında “enflasyon hedeflemesi”nin temel alınmasına başından beri karşı çıkan sendikaları destekleyen ekonomistler de, enflasyondaki son gelişmeler yaşandıkça, bu konudaki haklılıklarının da ortaya çıktığına dikkat çektiler.
Ekonomist Hakan Kara, "Merkez Bankası 2025 yıl sonu hedefini yüzde 21'den 24'e çekti (üst bant yüzde 29). Sürekli yapılan hedef revizyonları can sıkıcı olsa da, imkansız bir hedefte inat edilmemesi doğrudur" derken, TÜSİAD Başekonomisti Gizem Öztok Altınsaç da, "Her şey öngörüldüğü gibi gidiyorsa enflasyon tahmini neden sürekli yukarı revize ediliyor?" dedi.
TCMB Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay’ın, "Enflasyonun hangi seviyede takılı kalacağını bilmiyoruz" sözünü alıntılayan Ekonomist Ümit Akçay da, "Güzel de, ücret artışlarını 'beklenen enflasyona' göre yapmayı, yani milletin cebindeki paraya göz dikmeyi biliyorsunuz. Onu ne yapacağız?" diyerek ücret zamlarının gerçekleşen enflasyona göre yapılmamasını eleştirdi. Benzer şekilde Akademisyen Fatih Özatay, "Düşüncemin aksine yılsonu tahmini yüzde 24'e, tahmin üst sınırı da yüzde 29'a çıkarıldı. İyi olmadı. Sürekli değişen tahmin/hedef olmaz. Peki, bu durumda emekli maaşlarına memur maaşlarına asgari ücrete de ek zam yapılacak mı?" diye sordu. Ekonomist Hayri Kozanoğlu da, bu revizyon üzerine yaptığı açıklamada, “yüzde 24 enflasyon hedefini tutturmanın da zor olduğu”nu vurguladı.
Mart ayı enflasyon verilerinin açıklanmasının ardından, İktisatçı Mustafa Sönmez de TÜİK verilerinin İTO verileriyle farkını sorgularken, önümüzdeki döneme ilişkin de, "Bu sonuçta 19 Mart darbesinin yarattığı fiyat hareketlenmesi kısmen var. Nisan Tüfe yüzde 3,5’ten düşük gelmeyebilir" dedi. Ekonomi yazarı Alaattin Aktaş da, Mart enflasyonunun tahminlerle uyumlu olduğunu fakat Nisan'da çok daha yüksek bir oran beklediğini paylaştı.
Gelinen aşamada, kur artışlarının yansımaları ilk olarak akaryakıt zamlarıyla görüldü. Nisan başında elektrik ve doğalgaza da zam bekleniyor. Ay sonuna denk geldiği için Mart enflasyonuna sınırlı düzeyde yansıyacak gelişmelerin asıl etkisi nisanda görülecek. Muhtemelen yüzde 2-2,5 arasında gerçekleşecek Mart enflasyonunun ardından Nisan’da kur artışları ve buna bağlı zamların etkisiyle yüzde 3-3,5 enflasyon kaçınılmaz görünüyor. Dolayısıyla, Nisan’da faiz indirimi yerine 150-200 baz puanlık yeni bir faiz artışı beklentisi yüksek. Enflasyon ve faizin yeniden yükselişe geçmesiyle hedeflerin tutması ihtimali ortadan kalkarken 19 Mart operasyonlarının ekonomiye faturası büyüyor. Negatif etkilerin önümüzdeki aylarda dalga dalga süreceğinin işaretleri artıyor.
BBVA’dan Tufan Cömert tarafından kaleme alınan Türkiye Piyasaları Görünümü raporuna göre, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması sonrası siyasi gerilim Türkiye’nin ekonomik ve finansal dinamiklerinde kırılmaya neden oldu ve piyasaları derinden etkiledi. Cömert, CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta tutuklanmasının ardından Türk varlıklarında büyük bir satış dalgası yaşandığını belirtti. Ancak, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ve Hazine’nin aldığı hızlı tedbirlerin, satışların derinleşmesini engellediğini vurguladı. Raporda, siyasi arenadaki tansiyonun hâlâ yüksek olduğu ve hem hükümetin hem de muhalefetin yeni hamlelere hazırlandığı ifade edildi.
Bildiğimiz gibi, krizin patlamasının hemen ardından dolar, tarihinde ilk kez 40 liranın da üzerini gördükten sonra, bir çırpıda 26 milyar dolar satılarak ancak 38 liraya döndürülebildi. Merkez Bankası rezervlerinden devam eden döviz satışlarıyla euro 41-42 lira aralığında, sterlin de 49-50 lira aralığında tutulabiliyor; ancak, ne pahasına? Sözü edilen, ilk adımda 26 milyar doları bulan satışların sürdüğüne ilişkin birçok açıklamanın ardı arkası kesilmiyor ve bunlara kanıt olarak da, dövizlerdeki hızlı tırmanışın ardından yapılan ilk müdahalelerle çekildikleri düzeylerde tutulabilmeleri gösteriliyor.
Tüm bu gelişmeler elbette, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in göreve geldiği günlerde yaptığı Ortadoğu, İngiltere ve ABD ikna seyahatlerinin meyvesi olan döviz rezervinin de oldukça hızla eridiğinin bir göstergesi oluyor; bir başka deyişle, halen kasada bulunan rezervlerin, dövizde ve dolayısıyla, ithalat ağırlıklı genel maliyetlerdeki dengeleri korumak için ne kadar daha dayanabileceğini bilemesek de, çok da uzun sürmeyeceğini söylemek yanlış olmaz. Ayrıca, yakın zamanda yayınlanan haberler de bunu kanıtlar durumda: “Şimşek, yabancı banka ve finans kurumlarının yöneticileriyle yürüttüğü yoğun görüşmeler yanında, iki yıl önce göreve başladığı dönemdeki gibi yeniden uluslararası sermaye, finans ve kredi kuruluşlarını ikna turlarına çıkıyor. İlk durak Asya Yatırımcılar Toplantısı’nın yapılacağı Hong Kong. Ayrıca, yeni bir Körfez turu ve Londra ziyareti sırada.”
Yalnızca bu kadar değil elbette; Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Washington’da bir araya gelmesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Nisan ayı içinde ABD’ye ve Beyaz Saray’a bir ziyaret programı ve ABD Başkanı Donald Trump ile görüşme için temaslar yürütüldüğü de artık biliniyor. Bu kapsamda, Şimşek’in de olası ziyarette resmi heyette yer alacağı ve New York’ta ve Wall Street’te küresel finans kurumlarının yöneticileriyle bir araya gelmeyi planladığı ekonomi kulislerinde dile getiriliyor.
Tam da, Türkiye ekonomisini sarsan gelişmelere karşı yeni adımların atılmasına ilişkin hazırlıklar yapılırken, bu kez de Trump’ın neredeyse tüm dünyayı hedef alan yeni gümrük vergileri kararları geldi. İlk bakışta Türkiye yalnızca yüzde 10 ile “durumu kurtarmış” görünse de, bu kararlar, çok ihtiyaç duyulan dövizlerin temel kaynağı olan ihracatın yolunu önemli ölçüde tıkayacağı anlamına geliyor; çünkü, Trump’ın bu kararları en çok Çin’i ve büyük ölçüde Avrupa Birliği ülkelerini vuruyor. Bir başka deyişle, Trump’ın dünyayı sarsan ve kimilerine göre yeni bir “küresel ticaret savaşına yol açan” bu vergiler, Türkiye’nin bu en önemli ihracat pazarlarını da kasıp kavuracak ve dolayısıyla büyük olasılıkla Türkiye dahil birçok ülkeden yaptıkları ithalatı kısmalarına neden olacak. Böyle olduğu zaman, Türkiye’nin dövizi dengede tutmak için gereken rezervlerini yeterli düzeylerde tutması da hayli zorlaşacak.
İşte o zaman, enflasyonu düşürmeye odaklı mevcut politikaların sürdürülmesi de, başarılı olması da olanaksızlaşacak. Zaten büyük ölçüde düşük olan, çalışanların ve emeklilerin alım gücü, daha da düşecek; çünkü enflasyon yükselecek. Türkiye’de, “alım gücü düşük, o nedenle talep olmaz, enflasyon yükselmez” teorisinin geçersiz olduğunu geçtiğimiz dönemlerde yaşayarak gördük: Türkiye’de maliyetlerin önemli bölümü ithalata dayandığı için, hiç mal satılmasa dahi, yalnızca yükselen maliyetlere bağlı bir enflasyon yaşanabiliyor ve yaşanıyor. Bir yandan maliyet bazlı enflasyon yaşanırken, bir yandan da her daim yükselen bütçe açıklarını kapatmak için düzenli olarak vergiler artırılıyor ya da tüketicilerin omuzlarına yeni vergiler yükleniyor.
Bu arada, alım gücünün önemli ölçüde düşmesine bağlı olarak talep ne denli daralsa da, mevcut koşullarda arz da daralmaya devam edecektir; bir başka deyişle yükselen girdi maliyetlerine bağlı olarak, üretimde de düşüşleri görmek kaçınılmaz olacaktır.
Nitekim, ekonomik büyümenin öncü göstergesi olan imalat sanayi performansında en hızlı ve güvenilir referans kabul edilen İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye İmalat PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) anketinin Mart 2025 dönemi sonuçları da bu görüşü doğruluyor.
İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat PMI endeksinin Mart ayında da eşik değerin altında kalmasıyla birlikte faaliyet koşullarındaki yavaşlama eğilimi bir yılı geride bıraktı. Eşik değer olan 50,0’nin altındaki tüm değerlerin daralmayı işaret ettiği PMI, Mart’ta 47,3 ile, Şubat’taki 48,3 düzeyine göre azalma kaydederek 2024’ün Ekim ayından bu yana en düşük değeri aldı. Mart’ta yeni siparişler üst üste 21. kez aylık bazda yavaşlama sergiledi. Benzer şekilde yeni ihracat siparişlerinde de Kasım 2022’den bu yana en sert düşüş görüldü.
Öte yandan, Vergi Uzmanı Ozan Bingöl’ün hesaplamaları, "TÜİK'in açıkladığı enflasyon verilerine göre ilk üç aylık alım gücündeki erimenin; en düşük emekli maaşında 1.455 lira, asgari ücrette 2.223 lira” olduğunu gösterdi. Oysa, tam da Nisan ayına girip, ikinci çeyreğe adım atarken, çalışanlar ve emeklilerin bellerini doğrultmalarını destekleme olasılığı olan asgari ücret, genel ücretler ve emekli maaşlarında ilk yarı sonu düzenlemelerine ilişkin umutlar da iyice zayıfladı.
Bir yandan, ülkeye döviz girişlerinin ana kaynağı olan ihracatın temelini oluşturan sanayide üretim daralmasına ilişkin veriler (PMI) ortaya çıkarken, bir yandan da durum daha çok kötüleşmesin diye satılan döviz rezervlerinin daha çok dayanamayacağına ilişkin öngörüler, bu umutları destekleyecek verileri de ister istemez zayıflatıyor.
Bu olumsuzluklara, Trump’ın sözünü ettiğimiz “dünya ticaret savaşı” ilanının yansımalarını da eklediğimizde, toparlanmaya ilişkin umutlar da giderek daha da zayıflıyor.
Bu nedenle, gelişmeleri yakından izleyen birçok ekonomist, IMF Türkiye Masası Şefi Walsh’ın, Ağustos ayında yaptığı açıklamasındaki, “Enflasyon beklentileri düşmeye devam ettikçe finansal koşullar sıkılaşacaktır; ancak, enflasyon 2025 sonu hedef aralığıyla tutarlı bir yola doğru düşmeye devam etmezse ek sıkılaştırma gerekebilir” uyarısına dikkat çekercesine, önümüzdeki dönemde ek tedbirlerin gelebileceğine de işaret ediyor.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, söz konusu “ek tedbirler”in hedefinde her zaman öncelikle, asgari ücret, emekli maaşları ve toplu sözleşmeler dahil, genel ücret düzenlemeleri vardır. Bu nedenle, önümüzdeki Haziran döneminde toparlanma umutlarının önünde duran en büyük etkenler, Trump’ın ilan ettiği “dünya ticaret savaşı” ve IMF’nin talimatlarına bağımlılığımız olacak gibi görünüyor.