30 Mayıs 2025

Osman Şenkul - Enflasyonu “yüksek faiz” değil, “yüksek üretim” düşürebilir

osman-senkul-enflasyonu-yuksek-faiz-degil-yuksek-uretim-dusurebilir

Enflasyonu “yüksek faiz” değil, “yüksek üretim” düşürebilir

Osman Şenkul

Günümüzde, nakit para bolluğu, en az kıtlığı kadar, ekonomiyi yönetenlerin baş ağrılarından sayılır. Özellikle, piyasadaki para kontrolsüz şekilde arttıkça enflasyon şahlanır ve bu “para sarmalı” birçok ekonomi yönetimini oldukça zorlar. Bu nedenle, banknot ihraç eden ilk bankalar 17. Yüzyıl’ın ikinci yarısında ortaya çıkmaya başladı; ilk örnek 1661 yılında "Stockholm Bankası" ve 1668'de İsveç Devlet Bankası (Riksbank) merkez bankası niteliği ile piyasaya para çıkarmaya başladı.

Bunların ardından, 1694 yılında kurulan Bank of England, 1844 tarihli yasayla resmen “İngiltere Merkez Bankası” olarak faaliyete geçmiş oldu. İsveç Devlet Bankası ve İngiltere Merkez Bankası’ndan sonra, Fransa Merkez Bankası (1800), Finlandiya Merkez Bankası (1811), Hollanda Merkez Bankası (1814), Danimarka Merkez Bankası (1818), Yunanistan Merkez Bankası (1841), Belçika Merkez Bankası (1850), İspanya Merkez Bankası (1874), Avusturya Merkez Bankası (1878), Japonya Merkez Bankası (1882), İtalya Merkez Bankası (1892) ve ABD Federal Rezerv Bankası (Fed) (1915) kuruldu.

Cumhuriyet'in kurulmasından sekiz yıl sonra, 1931 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) adının hemen yanında yazdığı gibi, “Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır.”

Avrupa devletlerini birer “organize” para otoritesi aramaya yönelten nedenler ise, paranın giderek ülke ekonomilerini temelden etkileyen unsura dönüştüğü 11 ve 12. yüzyıllara dayanıyor. Tüm Avrupa’da ticaret hayatı, 12. yüzyılın ikinci yarısında hızla gelişiyor ve yeni yeni ticaret yolları açılıyordu; ilk kez kent devletler bu ticari yaşamdan daha çok pay alabilmek için “birlik”ler oluşturuyorlardı. Ancak, ticari yaşam o denli hızlı gelişiyordu ki, dolaşımdaki para, talepleri karşılayacak kadar çok değildi. Avrupa’nın hemen her yerinde çıkarılan paralar, yine her yerde kullanılabiliyordu; ancak, yine de yetersiz kalıyorlardı.

Kısacası, 12. yüzyılın ikinci yarısı tam anlamıyla para darlığının çekildi gibi dönemdi. O zamana kadar tek kent devletlerinde ya da krallıklarda para basılmış ve piyasaya sürülmüş ve bu paralar yıllarca kullanılmıştı. Ticaret hayatının hızlı gelişmesiyle ortaya çıkan “para darlığını” gidermek için 12. yüzyılın sonlarına doğru İngiliz Sterlini basıldı.

Ancak, sterlinin piyasaya sürülmesi yetersiz kaldı. Bunun üzerine, yüzyıllar önce terk edilmiş olan “altın para”ya yeniden başvuruldu. Dönemin ilk altın parası 1252 yılında Cenova’da basıldı. Yine aynı yıl Floransa’da “altın florin”ler basılıp tedavüle sokuldu. Yine yetersiz kalınca 1264’te altın “Venedik Dükası” basıldı.

Bundan iki yıl sonra 1266’da da Aziz Luis’in “altın ecu”su piyasaya sürüldü. Altın Ecu’nun basıldığı yıl Fransızlar da gümüş “gros tounois” (para birimi) piyasaya sürdüler. Piyasanın “para”ya olan bu muammalı talebi yine de karşılanamıyordu. Adeta, paralar kapanın elinde kalıyordu.

Doğal olarak, her zaman olduğu gibi, piyasa yine “başının çaresine” baktı ve kendi çözümünü buldu. Artık, panayırlarda ve organize olmamış alış-veriş noktalarında takas yoluyla alış-veriş, alıp başını yürümüştü. Ancak, takas yoluyla alışveriş giderek komplike bir durum alan ticaret hayatı için çok geri sayılabilecek bir teknikti. Bu nedenle, bugünün senetleri, ya da kredi kartlarıyla benzerlik taşıyan bir tür “kredi kâğıdı” sistemiyle alış-veriş yapılmaya başlandı.

Ticaret yaşamının her türlü ekonomik düzenleme ve enstrümanı kat kat aşan bir hızla gelişmesi ekonomi bilimcilere göre kaçınılmaz sona ulaştı; kriz. 1280 yılında Flanders’da patlak veren ekonomik bunalım, 14 ve 15. yüzyıllarda kademe kademe tüm Avrupa’yı sararak etkisi altına aldı ve yıllarca süren yoksulluk ve salgın hastalıklar binlerce can aldı.

Bugünlerde, Türkiye’de “fiyat istikrarını sağlamakla” yükümlü TCMB’nin bu asli görevini yerine getirebilmek için oldukça yoğun çalışmalar içinde olduğunu ve bu nedenle de sıkça açıklamalar yapma gereği duyduğunu gözlemliyoruz. Bu yılın ilk enflasyon raporunda, enflasyon hedefini üç puan artışla yüzde 24’e yükselten TCMB’nin Başkanı Fatih Karahan, 16 Mayıs’ta düzenlenen II. Enflasyon Raporu sunum toplantısında, 2025 yılı enflasyonunun “yüzde 19-29 aralığında” olacağını vurguladı. Birçok ekonomiste göre “yeni aralık”, gerçekte yeni bir “hedef artışı”ydı. Bir başka deyişle, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre dahi yüzde 29’a dayanan enflasyon, gerçekte tüm programı da altüst etmiş olacak anlamını taşıyordu. Daha da önemlisi, yılın başında yapılan “hedef odaklı” artışlar nedeniyle, asgari ücretliler, emekliler ve memurlar daha şimdiden büyük kayıplarla karşı karşıya kaldılar.

Her ne kadar, memur, ücretli ve emeklilerin bu kayıplarının telafisine ilişkin resmi bir açıklama gelmemiş olsa da, 19 Mart sonrası yapılan rezerv satışlarıyla sarsılan ekonominin yarattığı yeni sorunlar ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla yükselen protesto dalgasının Temmuz’da, asgari ücret ve emekli maaşlarında “telafi artışları”nı zorlaması kaçınılmaz görünüyor. Özellikle, aralıksız yürütülen protesto gösterileri ve mitinglerin gündeminde öne çıkan, Temmuz ayında asgari ücrette telafi artışının, “sendikalarla dayanışma içinde” zorlanacağına ilişkin açıklamalar yalnızca ekonomi yönetiminin değil, aynı zamanda iş dünyasının da dikkatini çekti.

İş dünyasından yükselen sesler, bu asgari ücrette telafi artış olasılıklarını gündeme getirmese de, ekonomi yönetiminin “yüksek faiz saplantısını” hedef alıyordu. Bir başka deyişle, daha çok Türkiye’de yaygın olarak “yandaş” olarak nitelendirilen basın-yayın organlarına yansıyan haber ve yorumlarda, mevcut ekonomi programını yöneten ve yürüten Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hedef alınmaya başlandı.

Aslında, Türkiye’de belki de ilk kez çalışanlar ve emekliler ile çalıştıranların en azından bir bölümü bu konuda aynı tarafta hareket ediyorlardı; çünkü, hedefe göre yükseltilen ücret ve maaşlar erirken, diğer yanda da hızla yükseltilen faizlerle de yatırımlar yapılamaz oldu.

Ekonominin bu tarafını, TÜİK’in güven endekslerindeki gelişmelerden de izlemek olanaklıdır. TÜİK’in, hafta ortasında açıklanan Ekonomik Güven Endeksi, Mayıs ayında yüzde 0,05 artarak 96,7 değerini aldı. Aynı dönemde, Ekonomik Güven Endeksi’ni oluşturan Tüketici Güven Endeksi yüzde 1,1 artarak 84,8 değerini, Reel Kesim (imalat sanayi) Güven Endeksi yüzde 2,2 azalarak 98,6 değerini, Hizmet Sektörü Güven Endeksi yüzde 0,9 artarak 110,5 değerini, Perakende Ticaret Sektörü Güven Endeksi yüzde 0,6 artarak 111,2 değerini, İnşaat Sektörü Güven Endeksi yüzde 3,9 artarak 88,4 değerini aldı.

Her şeyden önce, başta Ekonomik Güven Endeksi olmak üzere, güven endekslerinin 100'den büyük olması genel ekonomik duruma ilişkin iyimserliği, 100'den küçük olması ise kötümserliği gösterir.

Buradan baktığımızda, Ekonomik Güven Endeksi çok küçük (yüzde 0,005) artışla 96,7 değerini alsa da “kötümser” düzeydeki yerinde kaldığını görüyoruz. Ayrıca, neredeyse tamamını ücretlilerin ve emeklilerin oluşturduğu tüketicilerin durumunu yansıtan Tüketici Güven Endeksi de, yüzde 1,1 artsa da yine “oldukça kötümser” sayılabilecek “84,8” düzeyinde kaldı. Ayrıca, piyasaya ürün arz eden “imalat sanayinin” durumunu yansıtan Reel Kesim Güven Endeksi ise, yüzde 2,2 azalışla, “iyimser” bölgedeki 100,8’den, “kötümser” bölgedeki 98,6 düzeyine geriledi. Yine üretimin bir başka tarafı olan “İnşaat Sektörü”nün Güven Endeksi de yüzde 3,9 artsa da, yine oldukça kötümser düzey sayılabilecek “88,4” düzeyinde kaldı. Buna karşılık, zaten iyimser düzeylerde olan Hizmet Sektörü Güven Endeksi ve Perakende Ticaret Sektörü Güven Endeksi yeni artışlarla bu düzeylerdeki yerlerini korudular.

Buradan da görüleceği gibi, zaten “düşük hedef artışları” ile büyük kayıplar yaşayan ücretli ve emeklilerin yanında, konut piyasasında yüksek faiz nedeniyle yaşanan durgunluğun vurduğu inşaat sektörü ile, yüksek faiz nedeniyle yeni yatırımları yapamadığı için kötümser düzeye gerileyen imalat sanayide durumların yolunda gitmediğini somut verilerle görmek olanaklı oluyor.

Son dönemde düzenlenen protesto mitinglerinin durumunu gösteren drone kameralar ile ekonominin genel durumuna da baktığımızda; yüksek faizden etkilenmeyen sektörlerde durumların “iyimserliğini” korurken, yüksek faizin yanında hukuksuzluk sarsıntısının da etkilediği toplumsal kesimler ve sektörlerin “kötümser” düzeylerde ayakta kalmaya çalıştıklarını görüyoruz. Buradan ilk bakışta, en azından, yüksek faize yaslanan mevcut ekonomi politikalarından olumsuz etkilenen tüm kesimlerin bir araya gelerek, toparlanabileceğini düşünsek de, bu dayanışmanın gerçekleşebilme olasılığının ise uzakta olduğunu görmezden gelmek de olası değil elbette…

Çözümün ne olabileceğini kestirmek için, önce buradan yaklaşık 8 yüzyıl geriye, paranın yaygın olarak kullanıldığı, ancak düzenleyici merkez bankalarının henüz adlarının dahi anılmadığı günlere geri giderek bakarsak; o dönemlerdeki gibi, piyasanın yine “başının çaresine” bakıp kendi çözümünü bulup bulamayacağını görmek gerekiyor. Onlar, panayırlarda ve organize olmamış alış-veriş noktalarındaki alış-verişleri para yerine “takas yapmayı” tercih ederek, geçici de olsa çözümü bulmuşlardı. Ancak, günümüzde, yalnızca bazı kırsal kesim bölgeleri dışında kullanılması olanaksız bir yöntem olduğunu söylemek de yerinde olacaktır. Yine de; “bugünün senetleri, ya da kredi kartlarıyla” benzerlik taşıyan bir tür “kredi kâğıdı” sistemiyle yapılan alış-verişleri yineleyebilecek olanlar ortaya çıkabilir; ancak, böylesi buluşlar elbette oldukça kısıtlı alanlarda gerçekleşebilecek yöntemler olarak kalacaklardır.

Sonuçta, 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreğini geride bıraktığımız bugünlerde, yükselen enflasyonu yalnızca “talebi kısmaya” çalışarak düşürmeye çalışmanın artık etkisiz kaldığını görebilecek ve “talebi kısarken, arzı da artıracak önlemleri” bir arada geliştirip düşürmenin yolunu bulabilecek “sosyal çözümcü” adımlara gereksinim olduğunu görmek zorundayız; bir başka deyişle, enflasyonu “yüksek faiz” değil, ancak “yüksek üretim” düşürebilir.

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.