13 Haziran 2025

Osman Şenkul - Enflasyona karşı yatırım ve üretimi destekleyecek akıllı politikalar gerekli

osman-senkul-enflasyona-karsi-yatirim-ve-uretimi-destekleyecek-akilli-politikalar-gerekli

Enflasyona karşı yatırım ve üretimi destekleyecek akıllı politikalar gerekli

Osman Şenkul

Kaos teorisi, karmaşıklık ve ekonofizikle ilgilenen Amerikalı karmaşık sistem bilimcisi ve girişimcisi J. Doyne Farmer, “Kaosu Anlamlandırmak” adlı kitabında, Bill Clinton’ın Danışmanı James Carville’in (1999), “Ekonomi neden her zaman değişim halinde?” sorusuna, çok kısa bir yanıt verdiğini belirtir; “Sorun ekonomi, aptal..!” ve şöyle açıklar:

“Ekonominin değişmesine ne sebep olur? GSYH, işsizlik ve enflasyon gibi ekonominin temel ölçütleri çeyrekten çeyreğe ve yıldan yıla dalgalanır ve yapısal değişikliklerden kaynaklanan uzun vadeli eğilimler gösterir. Bu değişiklikler refahımız üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve James Carville’in de belirttiği gibi hükümetlerin yükselmesine ve düşmesine neden olur. Bu tür değişiklikleri açıklamak ekonomi biliminin en önemli sorunlarından biri. Bu herkes için önemli bir sorun: Ekonominin performansı başkanların seçilip seçilmeyeceğini belirler ve ekonomik dalgalanmalar sırasında milyonlarca istihdam kazanılır ya da kaybedilir.”

J. Doyne Farmer’ın da vurguladığı gibi, ekonominin temel ölçütlerini, “gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) ya da eski adıyla “milli gelir”, işsizlik ve enflasyon oluşturuyor.

Uzun süredir “yüksek faiz, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik” sarmalında sarsılan Türkiye’de, GSYH büyümesi de oldukça hızlı yavaşladı. Uluslararası Para Fonu (IMF), 25 Nisan’da açıkladığı “2025 Yılı Bahar Dönemi Küresel Ekonomik Görünüm Raporu”nda, 2024’te yüzde 3,2 büyüyen Türkiye ekonomisinde büyümenin 2025 yılında yüzde 2,7 düzeyine ineceğini öngördü. Nitekim, 2024 yılının dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 3,1 düzeyinde olan Türkiye GSYH büyümesi, 2025 yılının ilk çeyreğinde, yüzde 2,0 düzeyine kadar geriledi.

Türkiye’de ekonomik büyümenin öncü göstergesi olan imalat sanayi performansında en hızlı ve güvenilir referans kabul edilen İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye İmalat PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) anketinin Mayıs 2025 dönemi sonuçları 2 Haziran günü açıklandı. Eşik değer olan 50,0’nin üzerinde ölçülen tüm rakamların sektörde iyileşmeye işaret ettiği anket sonuçlarına göre, Mayıs ayında 47,2 olarak gerçekleşen manşet PMI, Mart ve Nisan aylarında görülen 47,3 değerinin hafif altında kaldı. Böylece endeks, imalat sanayi faaliyet koşullarının aylık bazda belirgin bir şekilde yavaşlamaya devam ettiği yönünde sinyal verdi. Mayıs verisi ile beraber sektörde bozulma eğilimi "üst üste 14. aya" ulaştı.

TÜİK’in 30 Mayıs Cuma günü yaptığı açıklamada da, “GSYH 2025 yılı birinci çeyrek ilk tahmini; zincirlenmiş hacim endeksi olarak, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 2,0 arttı” denildi ve büyüme kompozisyonu şöyle tanımlandı:

“GSYH'yi oluşturan faaliyetler incelendiğinde; 2025 yılı birinci çeyreğinde bir önceki yıla göre zincirlenmiş hacim endeksi olarak;

- inşaat sektörü toplam katma değeri yüzde 7,3,

- bilgi ve iletişim faaliyetleri yüzde 6,1,

- diğer hizmet faaliyetleri yüzde 4,7,

- mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri yüzde 4,0,

- gayrimenkul faaliyetleri yüzde 2,4,

- ürün üzerindeki vergiler eksi sübvansiyonlar yüzde 1,8,

- hizmetler yüzde 1,3,

- finans ve sigorta faaliyetleri yüzde 0,5

- ve kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri yüzde 0,3

arttı.

Buna karşılık;

- Tarım sektörü yüzde 2,0,

- sanayi ise yüzde 1,8

azaldı.”

Buradan da anlaşılacağı üzere, inşaatın yanında, hizmetler ve ticaret bazlı sektörlerde genel olarak yüksek düzeylerde artış yaşanırken, "üretim" bazlı faaliyetler olan "tarım ve sanayi"de “büyüme” olmadığı gibi, hissedilir düzeylerde daralma olduğu görülüyor; bir başka deyişle, talep daraltmak için faizin hızla yükseltildiği Türkiye’de asıl olarak arz baskılanmış oluyor.

Dolayısıyla, tüketiciler çok ürün satın alıp fiyatların artmasına neden olmasınlar diye, ücretler düşük tutulup, harcamak için kredi almalarını engellemek için de faizler yükseltilse de, yüksek faizin etkisiyle ortaya çıkan maliyet artışlarının sonucu olarak da üretim düşünce, arz da düşük kaldı; böylece küçülen talep ile küçülen arzın buluştuğu “fiyat noktaları” yine yüksek düzeylerde kalınca, enflasyonda öngörülen gerilemeyi sağlamak da olanaksızlaşmış oldu. Sonuçta, geçen hafta da üzerinde durduğumuz gibi, yükselen enflasyonu yalnızca “talebi kısarak” düşürmeye çalışmanın artık etkisiz kaldığını görebilecek ve “talebi kısarken, arzı da artıracak önlemleri” bir arada geliştirip düşürmenin yolunu bulabilecek “sosyal çözümcü” adımlara gereksinim olduğunu görmek zorundayız; bir başka deyişle, enflasyonu “yüksek faiz” değil, ancak “yüksek üretim” düşürebilir.

Yüksek enflasyonla birlikte büyümeyi sağlamak kısa vadede zor olabilir; ancak istikrarlı, hedefli ve koordineli politikalarla bu mümkün olabilir. Burada en önemli nokta, enflasyonla mücadele ederken üretim ve yatırımı destekleyecek akıllı politikalar geliştirmektir. Bunun için öncelikle, para politikasında sıkılaştırmada "dengeyi" sağlamak çok önemlidir.

Günümüzde ekonomi eğitiminin en başında öğretilen konu başlıklarından biri, “Enflasyon kontrol altına alınmadan sürdürülebilir büyüme mümkün değildir” saptamasıdır. Bir başka deyişle TCMB, faiz artırımı gibi araçlarla talebi sınırlayıp fiyat artışlarını dizginlerken, aynı zamanda reel sektörün aşırı daralmasına neden olmamalı ve ileriye dönük yönlendirme ile piyasa beklentilerini de en uygun şekilde yönetmelidir.

Bu adımlar atıldıktan sonra, genel harcamaları kısıp, büyümeyi destekleyecek teşvikler uygulanmalıdır; örneğin, ihracatçılara, teknolojiye, Ar-Ge’ye destek verilmesi, üretimi ve dolayısıyla büyümeyi desteklerken enflasyonu tetiklemez; çünkü arz artışını sağlar. Bir yandan bu destekler verilirken, aynı zamanda da, kayıtdışı ekonomiyle mücadele yoluyla vergi tabanı genişletilip kamu gelirleri artırılabilir ve dolayısıyla, destek teşvikleri için kaynak yaratılır.

İmalat sanayi ve tarımda verimsizlik ve dolayısıyla yaşanan arz kısıtları, yüksek enflasyonun en önemli besleyici unsurları arasında olduğu için, tarımda modernizasyon desteklenirken, enerji verimliliği, dijital altyapı yatırımlarının yanında, eğitim ve işgücü piyasasında reformlarla nitelikli iş gücü de sağlanmalı; var olanların da yurt dışına kaçışlarının önünü kesebilmek için, geçinmeyi rahatlatacak düzeyde bir ücretlendirme politikası izlenmelidir.

Bilindiği gibi, Türkiye gibi imalat sanayisinde ithalata dayalı üretimin hala yüksek düzeylerde olmasının da etkisiyle, enflasyonun önemli kaynaklarından biri kur geçişkenliğidir. Bu nedenle, ihracat artışı, turizm gelirleri ve doğrudan yatırımlarla döviz arzı artırılmalı; bunun için de, döviz piyasalarına güven artırılarak kurdaki oynaklık azaltılmalıdır.

Tüketim kredilerinin kısıtlanması ama üretime yönelik yatırımların uygun faizli kaynaklarla desteklenmesi önemli. KOBİ’lerin desteklenmesi, üretim kapasitesini artırarak hem büyümeyi hem arz yönlü enflasyonla mücadeleyi destekler. Ayrıca, çok iyi bilinir ki, enflasyonun psikolojik yönü güçlüdür. Eğer insanlar sürekli yüksek fiyat beklerse, fiyatlar yükselir; bu nedenle, söz konusu beklentiler, özellikle TCMB’nin ve ilgili tüm bakanlıkların şeffaf ve tutarlı iletişimi ile yönetilmelidir; ancak, bunlar yapılırken, TCMB’nin bağımsızlığına özen göstermek çok önemlidir, çünkü, tutarlı para politikası enflasyon beklentilerini düşürür, kur istikrarı sağlar. Bağımsızlığı tartışmasız bir merkez bankası, elbette gerektiği gibi, politika faizini enflasyonla uyumlu düzeyde saptar ve aynı zamanda da, faiz kararlarında öngörülebilir olur.

Bütçe açığını artıran genel sübvansiyonlar yerine, elbette nitelikli destekler ile üretimin artırılması desteklenmelidir; özellikle tarımda üretimi destekleyen doğrudan gelir desteği, ihracatın artırılmasını destekleyecek finansman kolaylıkları ve elbette hemen tüm dünyada olduğu gibi, yüksek teknolojili sanayiye vergi indirimleri de aynı derecede önemlidir. Günümüzde kamunun yeşil enerji ve lojistik alanlarında yatırımları aralıksız sürdürmesi de büyük önem taşıyor.

Ciddi ölçüde dış kaynak bağımlısı olan Türkiye’de, doğal olarak döviz kurları da enflasyonun en büyük tetikleyicileri arasında sayılıyor; bu nedenle de, yerli üretim ve enerji çeşitlemeleri ile cari açığı azaltıcı politikalar izlenirken, döviz girişlerinin artırılması için de turizm, ihracat ve doğrudan yabancı yatırımların önündeki engellerin kaldırılmasına önem verilmelidir.

Ayrıca, TCMB’nin 19 Mart sonrasında yaptığı gibi, onmilyarlarca doların heba edilmesinin koşullarını oluşturacak yeni krizlerin doğmasına neden olabilecek adımlardan kaçınmak için de çok dikkatli olmak gerektiği ortadadır. Bu nedenle, Türkiye’ye yabancı sermaye girişinin kalıcı hale gelmesi için, herşeyden önce hukukun üstünlüğü, sözleşme güvenliği, öngörülebilir regülasyon ortamı sağlanmalı ve devletin özel sektöre müdahaleci yaklaşımını bir kenara bırakıp, “düzenleyici rolü”nü öne çıkaracak adımlar atmalıdır.

TCMB Başkanı Fatih Karahan’ın son dönemlerde yaptığı “sıkılaştırma sürecek” temelli açıklamalardan yola çıkan birçok analist ve ekonomiste göre, Para Politikası Kurulu’nun (PPK) 19 Haziran toplantısında yeni bir faiz artışı olasılığı yüksek görünse de, TÜİK’in yeni açıkladığı GSYH ve işsizlik verileri, “Yüksek faizi bırakın, üretimi yükseltecek önlemlere odaklanın” diyor. Yalnızca son bir ay içinde iş arayanları dikkate alan TÜİK verilerine göre, işsizler Nisan ayında bir önceki aya göre 203 bin kişi artarak 3 milyon 63 bin kişiye ve işsizlik oranı da 0,6 puan artarak yüzde 8,6'ya yükseldi. Buna karşılık, "zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı Nisan ayında bir önceki aya göre 3,4 puan artarak yüzde 32,2 düzeyine yükseldi.

GSYH tarafını desteklemek için de, başta üzerinde durduğumuz gibi, Türkiye’de imalat sanayi, yüksek enflasyon koşullarına rağmen doğru destek mekanizmaları ve yapısal dönüşüm adımlarıyla sürdürülebilir büyümenin temel lokomotifi olabilir; ancak, bu süreçte bir yandan kur baskıları azaltılırken, bir yandan da üretim kapasitesini ve dolayısıyla istihdamı artırmak gerekiyor. Bunun için de; finansmana erişim, yerli üretim, enerji verimliliği, ihracat teşvikleri ve nitelikli iş gücü geliştirme konularının “temel öncelikler” olarak benimsenip, gerekli somut adımlar atılmalıdır. Bu kapsamda da, atılacak tüm adımların, şu hedeflere uyumlu olmasına özen gösterilmelidir:

Kısa Vadede: Enflasyon beklentileri kontrol altına alınmalı, kur istikrarı sağlanmalı.

Orta Vadede: Üretim kapasitesini ve ihracatı artıracak hedefli teşvikler uygulanmalı.

Uzun Vadede: Yapısal reformlarla sürdürülebilir büyüme zemini oluşturulmalı.

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.