27 Şubat 2025

Osman Şenkul - “Buğday” ın bu topraklardaki 23.000 yıllık yolculuğu

osman-senkul-bugdayin-bu-topraklardaki-23000-yillik-yolculugu

“Buğday”ın bu topraklardaki 23,000 yıllık yolculuğu

 Osman Şenkul

 

Devlet aygıtının henüz ortaya çıkmadığı dönemlerde, herkes sahip olduğu toprağı işler, bildiği zanaatı yürütür ya da avcılık yapardı. Çoğunlukla üretim ihtiyaca göre yapılır, ürün biriktirilmezdi. Zaten, fazla ürünü depolayacak sistemler de henüz geliştirilmemişti. Herkes kendi ürettiği ürünü öncelikle kendi ihtiyacı kadar üretir, ayrıca, ihtiyacı olan diğer ürünleri elde etmelerine yetecek kadar fazla üretim yapardı. Daha sonra bu fazladan üretilen mallar, gereksinim duyulan diğer ürünlere karşılık değişim sistemine sokulurdu.

Başlangıçta, bu takas sisteminin de ciddi bir örgütlenmesi yoktu. Herkes en yakınındaki diğer üreticilerle takasa girerdi. Zanaatkar ürettiği çapayı komşusu çiftçiye buğday karşılığı, ürettiği oku da diğer komşusu avcı ile bir geyik ya da öküz karşılığında değişirdi. Çiftçi et ihtiyacını, avcı komşusuna verdiği buğday ile karşılar, böylece minik bir ekonomik faaliyet yürütülmüş olurdu.

Değişim aracı olarak paranın kullanılmaya başlandığı dönemlere gelinince de, artık insanların toplanma yerleri tapınaklar, dinsel adak yerleri olan altarlar, manastırlar olmaktan çıkmış, kentlerin, kasabaların en işlek yerleri olan agoralar (pazar meydanları) olmuştu. Haberler buradan öğreniliyordu. Buralardan yayılan haberlerin nitelikleri de değişmişti.

Eskisi gibi, “Persler binlerce kişilik bir ordu ile Pamphilia üzerine yürüyormuş”, “Spartalılar yine Attika’ya karşı saldırıya geçmişler” haberlerinin yerini ekonomi haberleri almıştı: “Pers kralı 10 bin dareikos (Pers para birimi) harcayarak yeni bir ordu kuruyormuş; çok kılıç ve kumaş satın alacak”, “Mısır’da kuraklık olmuş, buğday azalacak”. “Ephesos’den bir gemi dolusu şarap gelmiş ama öncekilere göre daha pahalı”.

Milattan Önce 8’inci yüzyıl başlarında, Attika (Yunanistan) Yarımadası, Trakya, Ege Adaları ve Ege’nin Anadolu kıyılarındayız. Yaşanan uzun bir ekonomik canlanmanın ardından baş gösteren savaşlar sonucu bölge zenginlikleri talan edildi ve 150-200 yıl sürecek derin bir ekonomik kriz baş gösterdi. Çok hızlı bir gelişme gösteren ve temel kurallara kavuşan ekonomi, birden bire ilkel dönemlerine geri döndü.

Ticaret neredeyse tamamen ortadan kalktı. Krizden önce oldukça refah içinde yaşayan bölge aileleri büyük bir yoksulluk içine düştü. Her aile, mümkün olduğunca dışarıdan mal almamaya çalışıyor, yalnızca kendi gereksinimlerini karşılayacak gıda maddelerini üretebiliyordu. Ayrıca, takas yoluyla harcamada kullanılacak bir ek üretimleri olmadığı için, kendi gereçleri ve diğer olanaklarıyla elbise, ayakkabı, ev eşyası ve tarım araçlarını aileler kendileri yapmaya çalışıyorlardı.

Ailede herkes bir iş yapıyordu. Erkekler tarlaları sürüyor, ağaç dikiyor, ekinleri biçip topluyor, un öğütüyor, evcil hayvanlara bakıyor, koyun ve keçileri sağıyor, yağ ve peynir üretiyorlardı. Kadınlar ise evde yün büküp kumaş dokuyorlar ve bunlarla da ailenin gereksinim duyduğu giysileri dikiyorlardı. Bunun yanında, çocukları besleyip büyütmek, yemek pişirmek, çamaşır yıkamak da kadınların asli görevleriydi.

Ekonomideki bu değişimler yalnızca sıradan insanları değil, sarayı da etkilemişti. Kral Odysseus, ekin biçiyordu, buğdayı öğütüyordu. Kral ayrıca gemi yapımcılığı ile evdeki karyolaları üretecek ve onarabilecek kadar marangozluk öğrenmişti. Kraliçe Penelope da sarayda hizmetçileriyle birlikte kumaş dokuyordu. Prenses ise halayıklarıyla birlikte çamaşır yıkayarak “saray ekonomisi”ne katkıda bulunuyordu. Bu ekonomik gelişmeler, yalnızca saraylarda ve büyük toprak sahipleriyle ticarette etkin kişilerin evlerinde bulunan hizmetçilere ve kölelere de bir tür eşitlik getirmişti.

Köleler ve hizmetçiler, evin ve sarayın en ağır işlerini görmelerine rağmen, diğer aile bireylerinin de kendileriyle birlikte çalışmak zorunda kalmaları ve dolayısıyla yaptıkları işlerde “eşit” duruma gelmeleri nedeniyle aile içindeki diğer bireylerle aynı düzeye yükselmişlerdi (ya da diğerleri onların düzeyine indi). Bu durum, köleleri çok mutlu etmişti, çünkü evde ve mutfak işlerinde, tarlada, bahçede aynı işleri yaptıkları aile bireyleri ile birlikte dinsel törenlere de katılabiliyorlardı.

Bu yıllarda, bölge ekonomisinin hemen tamamı tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. Homeros’un şiirlerinden de anlaşıldığına göre, bölgede tarım daha çok ovalarda yapılmakta ve gübreleme kullanılmakta ve nadas uygulanmaktaydı. En çok ekilen iki ürün buğday ve arpaydı. Ayrıca zeytin ve üzüm yetiştiriciliği yapılmakta, yemeklerde buğday ekmeği yenilmekte ve tatlı şarap içilmekteydi. Zeytinyağı da yemeklerde ve aydınlanmada kullanılıyordu.

Buradan da anlaşılacağı üzere, henüz paranın yaygın olarak kullanmaya başlamadığı dönemlerde, öne çıkan temel değişim araçlarından biri, ilk üretim alanları Anadolu, Mezopotamya ve Mısır’ı kapsayan coğrafyadaki bereketli topraklar olan yaşamsal gıda ürünü buğdaydı. Bilimsel bulgulara göre, buğdayın ekimi yaklaşık 10,000 yıl önce, Türkiye'nin güneydoğu bölgesini de kapsayan Mezopotamya'da başladı.

Genetik ve arkeolojik çalışmalara göre, günümüz buğdayının kökeni Türkiye’nin güneydoğusundaki Karacadağ dağlık bölgesine dayanıyor. Emmer ve siyez buğdayı, tarımın kökenlerini oluşturan klasik sekiz kurucu ekinden ikisini oluşturuyor. Emmerin bilinen en eski kullanımı, yaklaşık 23.000 yıl önce, insanlığın toplayıcılık çağında, İsrail’deki Ohalo II arkeolojik bölgesinde yaşayan insanların topladığı ürünler oldu. Ekilen en erken emmer, Levant’ın güneyinde (Netiv Hagdud, Tell Aswad, diğer Çanak Çömlek Öncesi Neolitik A bölgeleri); ekilen en erken siyez Levant’ın kuzeyinde (Ebu Hureyre, Mureybet, Jerf el Ahmar, Göbekli Tepe) bulundu.

Anadolu ve Fenike topraklarının (günümüz Türkiye, Suriye ve Lübnan'ı) Akdeniz'in doğu kıyılarındaki kara parçalarını kapsayan bölgeyi tanımlayan Levant, daha geniş anlamda ise Yunanistan'dan Mısır'a kadar olan tüm kıyı şeridini tanımlamak için kullanılıyor. Bir başka anlatımla, verimli Hilal'ın bir parçası olarak da bilinen Levant, Ugarit, Tyre ve Sidon gibi bazı Antik Akdeniz ticaret merkezlerine de ev sahipliği yaptı. Fenike uygarlığının ana yurdu olarak Levant, coğrafi tanımlamalar ve üzerinde kurulmuş olan uygarlıklardan da anlaşılacağı gibi, aynı zamanda, o dönemlerde yeryüzünün en önemli ekonomik bölgesini de oluşturuyordu; bu nedenle de, üretim ve değişimin oldukça yoğun yapıldığı bölgeydi; başka deyişle, uygarlığın yükseldiği üç kıtanın, Afrika, Asya ve Avrupa’nın birleştiği bu bölge aynı zamanda dönemin küresel ekonomisini sırtlanmış durumda sayılırdı. Bu nedenle, bölgede üretilen birçok ürünün ticareti de dönemin ekonomisini sürükleyecek düzeylere yükselmişti.

Bu nedenle, buğday, arpa, üzüm gibi ekonominin temel direkleri olan ürünlerin üretiminde tanrılara/tanrıçalara büyük görev atfedilmişti. Levant’ın en önemli üretim ve ticaret geçiş bölgesi olan bugünkü Doğu Akdeniz’in kuzey kıyılarından, Mezopotamya’ya kadar uzanan Kilikya’nın da bulunduğu alanının Bereket Tanrıçası da Tike’ydi. Yunan mitolojisinde Tike, iyi şansın ve servetin tanrıçasıydı; Levant’ı oluşturan Yunan dünyası ve Akdeniz'deki birçok kentte aynı zamanda koruyucu tanrı olarak kabul ediliyordu; bölgenin birçok yerinde, Tike’nin heykelleriyle öne çıkan çok sayıda tapınak kurulmuştu. Tike birçok sanat türünde temsil edildi ve elinde tuttuğu dümen ve bereket (buğday demeti) ile anında tanınabiliyordu.

Hesiodos'a göre (MÖ 700 dolaylarında) Teogonisinde Tike, Titan Oceanus ve Tethys'in birçok kızından biriydi ve Oceanids Electra, Ourania, Metis, Styx (yeraltı tanrıçası) ve Calypso dahil birçok kişinin kız kardeşiydi. Oceanus'un kızı olan Tike'nin suyla bir bağlantısı olduğu söyleniyordu ki bu, onun sanatsal temsillerinde tuttuğu dümende belirgindir. Tike daha öncelerde de tanınmasına rağmen, Helenistik dönemde (MÖ 323-30) daha geniş kesimlerce bilinen ve tapınılan bir tanrıça oldu. Genellikle ona tapan insanlarda esenlik ve mutluluk duygularına neden olan yardımsever bir tanrıça olarak tasvir edilen Tike, Büyük İskender'in (MÖ 356-323) ölümünün ardından Mısır ve Küçük Asya'daki yeni Helenistik şehirlerin kurulmasıyla ortaya çıkan karışıklıktan sonra daha da fazla siyasi önem kazandı.

Yunan oyun yazarı Menander (MÖ 342-291) Tike'yi, Aspis (Kalkan) adlı oyununda ön söz için anlatıcı olarak kullandı ve burada sürpriz bir son olacağını duyurdu ve onu kör bir tanrıça olarak sundu. Euripides'in (MÖ 484-407) Cyclops oyununda, Odysseus'un Cyclops'u başarıyla bağlamasına yardımcı olmak için Hephaestus ve Uyku'yu (Hypnos) çağırmasından sonra Tike'yi örnek olarak kullandı. Yunan filozofu Platon (MÖ 428/427-348/347), Tike'nin tüm ilahi eylemlerin kendiliğinden nedeni olduğuna inanıyordu. Aynı şekilde, Platon'un öğrencisi Aristoteles (MÖ 384-322) onu kendi denliğin özü olarak gördü. Stoacılar Tike'yi insanlar için bir gizem olan ve ancak daha yüksek bir zeka tarafından yeterince anlaşılabilen biri veya bir şey olarak tanımladılar. Demokritos’un atomculuğuyla, Pyrrhon’un şüpheciliğini izleyen, Helenistik dönemin en önemli filozoflarından Epikür'un öğretilerine dayanan Epikürcüler ise, evreni fiziksel ve bilimsel bir şekilde görerek anlamlandırdılar; çünkü, şans diye bir şeyin olmadığına ve her rastgele olayın veya olayın maddenin hareketi ile açıklanabileceğine inanıyorlardı. 

Tike, madeni paralar, heykeller, mozaikler, mezar taşları ve kadehler dahil olmak üzere birçok sanat formunda temsil edildi. Her topluluğun vücut bulmuş hali olduğu için her şehir onu farklı tasvir ediyordu. Fenike şehirlerindeki nehir veya savaş gemileri gibi coğrafi veya kültürel özellikler de dahil olmak üzere genellikle her yeri temsil eden benzersiz sembollerle tasvir edilirdi. Yöneticiler ve şehir yetkilileri, vatansever veya ideolojik mesajlar iletmek için Tike işaretlerini kullandılar. Bununla birlikte, temel görünümü benzer bir temaya sahipti; genellikle bir elinde bir dümen ve / veya diğerinde bir bereket taşıyordu. Bereket, getirdiği refahı temsil ediyordu. Dümen, onun rehberliğinin ve ebeveynliğinin bir simgesiydi. Ayrıca uzun bir tunik veya fibula¹ ile sabitlenmiş bir elbise giyer ve bazen boynuna altın bir meşale takardı.

MÖ 4. yüzyılda, Atinalı Praxiteles (MÖ 395-330) iki Tike heykeli yaratırken, MÖ 3. yüzyılın başlarında heykeltıraş Eutychides, ünlü Yunan Antakya bölgesinin heykeli Tike'yi yarattı. Heykel, Tike'yi ayaklarında Orontes Nehri'nin kişileştirilmesiyle bir kayanın üzerinde otururken tasvir ediyor. Elinde refahı simgeleyen bir demet buğday tutuyor.

Anlaşılan, şansı, bereketi ve refahı temsil eden Tike, insanların kendisine en çok tapındığı Anadolu’ya eskisi kadar çok bereket taşıyamıyor olmalı; çünkü, Tike’nin her zaman bir elinde bereketin simgesi olarak taşıyarak, herkese bereket verdiği başakların ürünü olan buğday, aradan geçen yüzyılların ardından,“en bereketli topraklar” diye anılan bu coğrafyada, artık yoksullar için “askıda buğday” oluverdi. Hem de öyle bir zamanda ki, yılda kişi başı 199.6 kg ekmek tüketimiyle son 65 yıldır, açık ara dünyada en çok ekmek tüketen² ülke konumunda olan Türkiye'de.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun hesaplamalarına göre, dünyadaki eğilimin aksine, Türkiye’de son 57 aydır aralıksız olarak artan gıda fiyatları bu yıl Ocak ayında yüzde 4,0 ve Şubat'ta ise yüzde 2,2 yükseldi. Yılın ilk iki ayında toplam yüzde 6,4 artan gıda fiyatlarında yıllık artış ise yüzde 52,8 oldu. Şubat 2025 itibariyle son 12 aylık ortalama fiyatlar ise bir önceki 12 ayın ortalamasına göre yüzde 72,2 yükseldi. Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezi'nin (BİSAM), fiyatları piyasaya göre oldukça düşük düzeylerde olan İstanbul Halk Ekmek’in fiyatları üzerinden yaptığı araştırma, iki çocuklu dört kişilik bir ailenin "günlük ekmek harcaması" dahi 69,35 lirayı buluyor.

TÜİK'in tüketim harcamalarıyla ilgili istatistiklerine göre de, en zengin yüzde 20'lik kesim tüketim harcamalarının yüzde 14,5'ini, en yoksul yüzde 20'lik kesim ise yüzde 36,6'sını gıda için yapıyor. Ancak, TÜİK enflasyonu hesaplarken, gıda harcamalarının ağırlığını yüzde 25 olarak esas alıyor. Oysa, özellikle en düşük emekli aylığı ya da asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonlar, gelirinin neredeyse tamamını gıda için ayırmak zorunda kalıyor.

Eğitim Sen'in oluşturduğu "Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu"nun saptamaları da, "Türkiye'de eğitimin en temel sorunlarından biri, öğrencilerin fiziksel ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkileyen yetersiz beslenme ve temiz suya erişim sorunu" olduğunu gösteriyor: "OECD ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ilk sırada olan Türkiye'de, son dönemde çok hızlı artan yoksullaşma, önce en hassas durumdaki çocukları vurdu. Türkiye’de bugün her dört çocuktan biri derin yoksulluk sorunları ile yüzleşiyor, yeterli ve besleyici gıdaya ulaşamıyor."

Tüm bunlar bize, bu coğrafyada yaşayan insanların yalnızca iki seçeneği olduğunu gösteriyor; ya bu durumdan çıkış yolunu bulacaklar, ya da Tike’yi geri çağıracaklar.

 

 

¹Frigler tarafından Anadolu'ya kazandırıl fibula ataş prensibiyle çalışan, bir elbisenin farklı kesimlerinin birbirine iliştiren, tutturan bir çeşit toka yahut kopçadır ve en eski örnekleri Tunç Çağı'ndan beri kullanıldıklarını göstermektedir.

 

²Ekmek, protein, lif, kalsiyum, fosfor ve B1, B6 vitaminleri açısından zengin bir gıda olsa da fazla tüketimi insan sağlığını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü, ekmeği fazla tüketen ülkeleri uyarıyor. Listeye göre, ikinci sırada yılda 135 kg kişi başı tüketim ile Sırbistan, üçüncü sırada ise 131.1 kg kişi başı tüketim ile Bulgaristan yer alıyor. Bu ülkeleri Ukrayna (88 kg) Yunanistan (70 kg), Danimarka (70 kg) Polonya (70 kg), Portekiz (70 kg), İrlanda (70 kg) ve Hollanda (60 kg).

 

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.