Osman Şenkul - Ağaçlara sarılıp korursak, zeytinyağlı da yeriz aman..!

Ağaçlara sarılıp korursak, zeytinyağlı da yeriz aman..!
Osman Şenkul
Korsanlık ile ilgili bilinen en eski kayıt, Karnak Tapınağı’nda (Mısır) bulunan ve Milattan Önce yaklaşık 1475 yılına tarihlenen bir yazıtta bulunuyor. Yazıtta, Doğu Akdeniz seferlerinin birinden dönen Tuthmosis adlı bir tacirin iki gemisinin korsanlar tarafından ele geçirilişinden bahsediliyor. Aynı dönemlere ilişkin Mısır, Hitit ve hatta savaş ve işgal tehdidi olmadığı için bir donanmaya sahip olmadığı kabul edilen Girit adasında yerleşik Minos Uygarlığı kaynakları da, tacirlerin korsanlık üzerinden elde edilmekte olan bu haksız kazançlardan yakınmalarına yer veriyor.
Korsanlar daha çok, ticaret yolları üzerindeki, merkezi otoriteden uzaklarda, gözden ırak koyları mesken tutmuşlardı. Yunan denizciliğinin Milattan Önce sekizinci ve yedinci yüzyıllarda başlayan hızlı gelişim süreciyle, denizaşırı ticaret de çok hızlı büyümüştü; Atina adeta bir ihracat-ithalat merkezi olmuştu.
Özellikle Yunanlı tacirlerin denizlerdeki korsanlıklara karşın, kurdukları haberleşme zincirleri ile hangi limanda ne talep edildiğini çok hızlı bir şekilde öğrenip devreye girmeleri, organize ihracat pazarlarının ortaya çıkışında önemli itici rol oynadı. Atinalı tacirlerin ücretlerini ortaklaşa ödedikleri haberciler, bulundukları ticaret limanlarındaki ihtiyaçları, kısa aralıklarla dizilen ve durumlarına göre, at, tekne gibi araçlar kullanan ulaklar aracılığıyla çok kısa sürede Atina’ya ulaştırıyorlardı.
Atinalı tacirler günümüzden yüzlerce yıl önce kurdukları ticari haberleşme ağı ile üretim planlamasının zeminini de oluşturmuşlardı. Amfora, çanak, çömlek üreticileri, hatta zeytin sıkıcı imalathaneler, kendilerine gelen talepler doğrultusunda çevredeki yetiştiricilerden zeytin, üzüm alıyorlardı.
Güney Anadolu’nun yurtlanmaya elverişli birçok koy ve körfezinde koloniler kuran Fenikeliler de, Yunanlılar ile aynı zamanlarda korsanlık yaptılar. Fenikeliler, gemilerle ulaştıkları yeni ülkelerde, yerli halkın takas için getirdiği malları değerinin altında alabilmek için her türlü hileye başvuruyorlardı. Ayrıca savunması güçlü olmayan yerlerde yağmacılık yapıyorlar, genç kız, erkek ve çocukları kaçırarak köle ticareti yapıyorlardı. Milattan Önce 814’de kurulan Kartaca, Fenike kolonileri içinde en güçlü olanıydı.
Görüleceği gibi, günümüzden yüzlerce yıl önce ortaya çıkan ve yağmacılığın ortaya çıkıp gelişmesinin temelini oluşturan korsanlara rağmen, zeytin ve üzüm ile, bu ürünlerin işlenmesiyle elde edilen zeytinyağı ve şarap ticareti oldukça yaygındı. Trakya kökenli Dionysos, bereket ve bitki örtüsünün tanrısı, özellikle şarap ve coşku tanrısı olarak bilinir.
Ancak, Akdeniz havzasının temel bitkilerinden zeytin, bölgenin tarihsel gelişiminde, sadece ekonomik ve tarımsal açıdan değil; mitolojik ve sembolik olarak da çok derin anlamlara sahiptir. Antik dünyada barışı, bilgeliği, ölümsüzlüğü ve kutsallığı temsil eden bir simgeye dönüştü. Atina şehrinin isim babası, bilgelik tanrıçası Athena ile deniz tanrısı Poseidon arasında bir yarışma yapılır: Poseidon, şehre bir tuzlu su kaynağı (veya bazı anlatımlarda bir savaş atı) armağan eder. Athena ise bir zeytin ağacı yetiştirir.
Halk, daha faydalı ve kalıcı olduğu için Athena’nın armağanını seçer. Böylece şehir, “Athena’nın Şehri” yani Atina adını alır. O günden sonra zeytin ağacı, bilgeliğin, barışın ve bereketin sembolü olur. Antik Olimpiyat Oyunları’nda kazananlara altın madalya yerine “zeytin dalından örülmüş taç (kotinos)” verilirdi. Bu, hem tanrılara bağlılık hem de barışçı ruhun bir sembolüydü. Aynı zamanda zeytin dalı, tanrılar tarafından kutsanmış bir simge olarak görülürdü.
Tufan sonrası, Nuh gemisinden bir güvercin yollar. Güvercin ağzında bir zeytin dalı ile döner: Bu, suların çekildiğini ve yeryüzüne yeniden yaşamın döndüğünü gösterir. Bu olay, zeytin dalını barışın ve umudun evrensel sembolüne dönüştürür. Günümüzde bile birleşmiş milletler bayrağında, adalet simgelerinde veya barış girişimlerinde zeytin dalı sıkça kullanılır.
İsa, çarmıha gerilmeden önce Zeytin Dağı’nda (Mount of Olives) dua eder. Bu mekân, inanç, sabır ve teslimiyetin kutsal yeri kabul edilir. Zeytinyağı, Hristiyanlıkta “meshetme yağı” olarak kullanılır: Krallar, papazlar ve hastalar bu yağla kutsanır. Zeytin yağı burada hem temizlik hem de kutsallık anlamına gelir.
Antik Roma'da da zeytin, barış tanrıçası Pax’ın sembolüydü. Aynı zamanda evlilikte sadakati ve aile bağlarını temsil ederdi. Zeytin ağacı, sükûnetin ve bilgeliğin ağacı olarak kabul edilir.
Kadim Arap şiirlerinde de zeytinlikler, bereket ve gölgelik olarak övülür. Barış anlaşmalarında hâlâ zeytin dalı sembolü kullanılır. Dünya çapında barış ödülleri, zeytin temalı tasarımlarla sunulur.
Ege Denizi’nin Santorini Adası’nda yapılan arkeolojik kazılarda çıkan zeytin çekirdeği ve zeytin yaprağı fosillerinin M.Ö. 3700 yılına ait olduğu bilim insanları tarafından tespit edildi. Tarihi, günümüzden 8000 yıl öncesine dayanan zeytinin ilk kez nerede ve kimler tarafından tarımsal kullanımına başlandığı bilinmiyor. Zeytin yetiştiriciliği, ilk kez M.Ö. 4000 yıllarında Anadolu’da başladı ve buradan Akdeniz’in diğer ülkelerine yayıldı.
Anadolu’dan getirtilen fideler Girit adasına dikildi. Bu ada 3000 yıl boyunca zeytin ağacı kültürünün tüm Akdeniz’e yayılmasında büyük rol oynadı. Zeytinin ve yağının elde edilme teknolojisi, depolanması, ticareti de burada geliştirildi. Yöre insanı, elde ettikleri zeytinyağını diğer ülkelere ihraç etti. Bu adada yapılan kazılarda, Knossos ve Faitos saraylarının yıkıntılarında, zeytinyağının üretimi, saklandığı küpler, zeytinlikte dans eden insanları gösteren duvar resimleri gibi, zeytinyağı üretimine ilişkin değerli belgeler ele geçti.
Aristo bu ağaç hakkında eserlerinde geniş bilgilere yer vermişti. Platon da eserlerinde üzüm asması yanında zeytin ve zeytinyağının eşsiz bir gıda olduğunu yazmıştı. Atinalılar yıllık kişi başına 30 litre civarında zeytinyağı tüketiyorlardı.
Milattan Önce 1035 yılında tahta çıkan ilk İsrailoğulları'nın kralı Soul’un alnına zeytinyağı sürülerek kutsanmıştı. O kutsamadan sonra İbranice’de günümüzde de kullanılan bir deyim vardır. Bu deyim bir insanın ne kadar sağlam karakterli olduğunu ifade etmek için kullanılır. İyi insanlar anlatılmak istenirken “halis zeytinyağı gibi” derler.
Zeytin ticaretinin yapılması için Akdeniz’de özel gemiler yaptırıldı, zeytincilik zamanla yayıldı. Amerika’nın zeytin ile tanışmasını İspanyollar sağladı. Zeytin, misyonerler tarafından 16. ve 17. yüzyıllarda, önce Meksika’ya götürülerek yetiştirildi, zamanla Kaliforniya’ya ve Güney Amerika’ya yayıldı.
Buradan da anlaşılacağı gibi zeytin, binlerce yıldır insanlığın hem bedensel hem ruhsal besini oldu; bu nedenledir ki, zeytinin sıkılmasıyla elde edilen zeytinyağı da birçok kültürde “sıvı altın” olarak adlandırılır. Aynı şekilde, bu özelliği de, onun mitolojik kökenli değerinden izler taşır; günümüze kadar uzanan bu izler tarım, kültür, edebiyat ve sanatta zeytin hâlâ derin metaforlarla yer alır.
Hemen tüm toplumlarda, “kutsal ağaç” olarak tanımlanan ve barıştan bilgeliğe ve dirence kadar uzanan görkemli yolculuğu zeytini sadece bir meyve değil, bir anlam taşıyıcısı yapar.
Zeytin ağacının bölgesel olarak bulunduğu çevreye birçok ekolojik, ekonomik ve kültürel yararı olduğunu biliyoruz; özellikle Akdeniz iklimine özgü olsa da, sonraları taşındıkları birçok coğrafyada ürün verdiler ve ekolojik dengeye destek oldular.
Zeytinlikler aynı zamanda, kuşlar, böcekler ve küçük memeliler için doğal bir yaşam alanıdır. Özellikle geleneksel zeytinlikler, yüksek biyoçeşitlilik barındırır. Kuraklığa dayanıklıdır; az su tüketerek verimli büyüyebilirler ve dolayısıyla su kıtlığı yaşayan bölgelerde ekolojik dengeye zarar vermezler.
Zeytin üretimi; çiftçilere, üreticilere, zeytinyağı sanayisine ve kırsal turizme gelir sağlar. Özellikle küçük üreticiler için önemli bir geçim kaynağıdır. Zeytin; yağ, salamura, sabun, kozmetik ve hatta ahşap ürünlerde kullanılarak yüksek katma değerli ürünlere dönüşebilir.
Zeytin üretimi, kırsalda istihdam sağlayarak köyden kente göçü azaltabilir. Aile tarımı sürdürülebilir hale gelir. Zeytin hasadı, zeytin yolları, müzeleri ve festivalleri, bölgeye gelen turist sayısını artırarak hizmet sektörüne canlılık getirir.
Türkiye'de Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Ege, Marmara, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde kuzeyde Artvin’den güneyde Hatay’a kadar uzanan kıyı boyunca ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Mardin’e kadar olan illerde zeytincilik yapılabiliyor. Beş zeytinci bölge içinde ağaç varlığı ve üretim kapasitesi ile Ege Bölgesi birinci sırada yer alıyor ve onu, Marmara, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi izliyor. Genellikle diğer ürünlerin yetişmediği toprakları değerlendiren zeytin ülkemizde daha çok meyilli arazilerde yetiştiriliyor; çünkü, güçlü ve derinlere uzanan kökleriyle toprağı tutarak erozyonu engeller ve dolayısıyla da eğimli arazilerde toprak kaybını önler. Zeytin ağaçları aynı zamanda, ürettiği büyük miktarda oksijene karşılık, karbon dioksiti emer; yetişkin bir zeytin ağacı yılda yaklaşık 25 kg karbon tutabilir. Bir başka deyişle, zeytin yalnızca bir tarım ürünü değil, aynı zamanda doğal dengeyi koruyan, ekonomiye can veren ve kültürel kökleri olan bir ağaçtır. Özellikle iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma açısından stratejik önemdedir.
Zeytin, başta doğum yeri sayılan Anadolu toprakları olmak üzere, binlerce yıl ayakta kalarak, insanlığa büyük yararları oldu. Bu kadim ağaç gelişiminin büyük bölümünü de, Anadolu ve Trakya topraklarında tamamladıysa da; belki de ilk saldırıyla da bu topraklarda karşı karşıya kaldı. ABD 2’nci Dünya Savaşı sonrası “Marshall Planı” bir yardım paketi hazırladı; paket 1947’de önerildi ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe girdi ve bu paketten Türkiye ile birlikte 16 ülke yararlandı. Paketin içeriğine bakınca, çok eski yıllardan beri dünyanın en büyük mısır üreticisi olan ABD’nin, ülkede her yıl biriken milyonlarca ton mısır stoklarını eritmek için böyle bir yol bulduğunu anlamamak mümkün değildi. Kısacası, ABD elindeki mısır dağını eritmek için Marshall Planı’ndan yararlanmak isteyen ülkelere mısırözü yağı alma ön koşulu koydu. Türkiye’de de ilk margarin fabrikası bu dönemlerde kuruldu ve elbette, yalnızca bu nedenle, birçok zeytin ağacı yerinden söküldü. Elde kalan zeytinlerden elde edilen yağ da ABD’ye satıldı ve karşılığında mısırözü yağı olarak Türkiye’ye geri döndü.
Ve mısırözü yağına teşvik etmek amacıyla ısınan zeytinyağının kanser yaptığı bilgisi kamuoyuna pompalandı; oysa zeytinyağı en zor yanan sıvı yağlardan biridir. Sonuç olarak Türk insanı bu tarz haberlerle zeytinyağından uzaklaştırılıp margarine alıştırıldı. Bu da yetmez, zeytinyağı hakkında olumsuz imaj oluşturmak için bir de türkü siparişi verildi:
“Zeytinyağlı yiyemem aman,
basma da fistan giyemem aman
Senin gibi cahile,
ben efendim diyemem aman…”
Bir anda döneminin en popüler türküsü haline geldi; zeytine ve zeytinyağına bir darbe olarak tasarlanan türkünün devamında olduğu gibi basma fistan giyen kadınlar da zamanla sentetik kıyafetlerle tanıştırıldı. Bir başka deyişle, Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı kapsamında, temelleri 25 Ağustos 1935’te atılıp, yapımı 18 ayda tamamlanıp ve 9 Ekim 1937’de açılan, Türk-Sovyet ortak yapımı Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın ürünlerine de darbe vurularak, bölgenin pamuklarıyla üretilen basmaların yerine, ABD’nin “büyük anti-komünist atağı” kapsamında, Türkiyeli kadınlara, pamuklu basmadan yapılmış sağlıklı giysiler yerine, ABD’nin yeni geliştirdiği ve giderek tüm dünyaya yayılan petrokimya ürünü sentetik kumaşlar da Türkiye’ye sokulmuş, alabildiğine yaygınlaştırılmaya başlanmıştı.
Yıllar sonra, Prof. Dr. Kenan Demirkol’un yazılarında ve Prof. Dr. Canan Karatay’ın açıklamalarında vurguladıkları gibi; “Türkiye’de 1952’de margarin üretimine başlandı. O tarihe kadar insanlar tereyağı ve zeytinyağı yiyorlardı. Margarin satılabilmesi için her yol denendi. Zeytinyağlı yemenin, pamuklu kumaş giymenin aşağılanmış bir davranış olduğu algısı yaratılmak üzere bir halka ilişkiler mucizesi gerçekleştirildi. 1954’te ‘Zeytinyağlı Yiyemem Aman’ türküsü derletildi.”
Prof. Dr. Karatay bu gidişe dur diyerek bu türkünün sözlerini yeniden yazdı:
“Zeytinyağlı yerim de aman, basma da fistan giyerim aman, margarinleri yiyenlere, ben akıllı diyemem aman / Kaldım duman altı yerlerde, tertemiz havamız nerelerde, kaldım dumanaltı yerlerde, ah şekersiz çayım nerelerde / Zeytinleri yerim de aman, basma da fistan giyerim aman, çocuklara şeker verene, ben akıllı diyemem aman, çocuğuma zarar verme derim de aman / Kaldım trans yağlar içinde, faydalı yağlar nerelerde, sağlıklı yaşıyoruz biz artık, ekmek şeker yiyenlere çok yazık.”
Yaklaşık 8.000 yıldır insanlığı meyvesiyle beslemek, parçası olduğu doğayı uzun ve sağlam kökleriyle korumak için bizimle yan yana olan zeytin ağaçlarına yeni ve olabildiğine kapsamlı bir yok edici saldırı düzenleniyor.
Bu ağır saldırının odağını oluşturan torba yasa teklifi TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda kabul edildi. Eğer bu teklif yasalaşırsa, zeytinliklerin doğal ve kültürel yapısı korunmadan madenciliğe açılması amaçlanıyor.
Bu düzenlemenin, zeytinliklerin enerji üretimi için madenciliğe açılmasını öngördüğüne dikkat çeken uzmanlar, bu teklifin yasalaşmasının zeytinliklerin yok olmasına, yerel halkın geçim kaynaklarının tehlikeye düşmesine ve ekosistemde geri dönüşü zor zararlara yol açacağı uyarısı yapıyor.
Oysa, daha önce, yönetmelik bazında benzer bir düzenleme, "hukuka aykırı bulunarak" Danıştay tarafından iptal edildi. Şimdi, bu değişikliğin bir yönetmelik yerine yasa teklifiyle yapılmak istenmesi, hukuki mücadeleyi aşmak amacı taşıdığı ortada.
Zeytinliklere maden açmak, aslında gıda güvenliği, kültürel miras ve ekosisteme karşı ciddi bir tehdidi gündeme taşıyor.
Dolayısıyla, yaklaşık 70 yıl önce, hızla yükselen kapitalizmin yaptığı ağır anti-komünist saldırı kısmen başarılı olsa da, daha da genişleyerek ayakta durmayı başaran zeytinliklerimize bugünlerde yapılmaya başlanan anti-hümanist ve anti-ekolojist saldırıyı, zarar veremeden püskürtmenin en önemli yolunun, ağaçlara sıkı sıkı sarılarak karşı durmak olduğu ortadadır.