Osman Şenkul - Faiz artışının daraltıcı etkisine karşı gerekli reform ve önlemler

Faiz artışının daraltıcı etkisine karşı gerekli reform ve önlemler
Osman Şenkul
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 19 Mart’tan bu yana 60 milyar doları bulduğu tahmin edilen satışlarla eriyen döviz rezervlerinin yerlerine yenilerini koyabilmek için gittiği Londra'da, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (EBRD) ev sahipliğinde düzenlenen “Türkiye Yatırım Görünümü” panelinde Türkiye ekonomisine ilişkin gelişmeler ve yatırım fırsatlarını ele aldı. Şimşek’in toplantıya katıldığı sıralarda EBRD de, “Belirsiz Zamanlar” başlıklı bir raporu açıkladı. Raporda, Türkiye ekonomisinin 2025 yılına ilişkin büyüme öngörüsünü, Şubat ayında belirlediği yüzde 3,0 düzeyinden 0,2 puan düşürerek yüzde 2,8’e çekti. Raporda söz konusu revizyonun, “iç ve dış talebin düşmesi” ve yükselen enflasyona bağlı olarak “beklenenden daha sıkı para politikası” uygulanacağının anlaşılması nedeniyle yapıldığı belirtildi.
EBRD raporunda, “Türkiye'nin aşağı yönlü revizyonu, artan belirsizliğin iç talebi baskılarken, küresel ticaret politikasına ilişkin belirsizliğin artmasıyla zayıflayan dış talebin de etkisiyle, iç finansal koşulların sıkılaşacağına dair beklentileri yansıtıyor. Aşağı yönlü riskler, hala yüksek seviyelerde seyreden enflasyon ve uzun süreli sıkı küresel finansal koşulların Türkiye'nin önemli kısa vadeli dış finansman ihtiyaçları üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor” denildi.
Türkiye’deki kümülatif yatırımları 22 milyar euroyu aşan ve özellikle de özel sektöre verdiği mevcut portföyü 8,0 milyar euroya ulaşan EBRD’nin böylesi bir revizyonu yapması, söz konusu yatırımları nedeniyle Türkiye ekonomisini yakından izlemesinden kaynaklanıyor.
EBRD, 2024 yılını rekor Türkiye finansmanı ile tamamladı. Banka 2024 yılında Türkiye'ye 2,6 milyar euro finansman sağladı. 2023 yılında bankanın Türkiye yatırımları 2,5 milyar euro düzeyindeydi. 2022'de ise banka Türkiye'ye 1,6 milyar euro finansman temin etmişti.
EBRD ve Türkiye’nin bilinen dış finansman açığını kapatma çalışmalarının önemli aktörleri olan başka finansman kuruluşları açısından, Türkiye ekonomisine ilişkin gelişmeleri, özellikle de döviz rezervlerine bağımlılığı, dış finansman ihtiyacı ve makroekonomik istikrar açısından yüksek derecede önemlidir.
Özellikle rezervler bakımından küresel düzeyde yakından izlenen bu bağımlılık birkaç temel başlık altında açıklanabilir:
- Türkiye, uzun süredir cari açık veren bir ekonomidir. Yani ülke, ithalat ve dış borç ödemeleri için ihtiyaç duyduğu dövizi kendi ihracatıyla tam karşılayamaz.
- Bu açığı finanse etmek için yabancı sermaye girişlerine ve döviz rezervlerine bağımlıdır. Rezervler, bu açıkların geçici olarak finanse edilmesinde tampon görevi görür.
- Türkiye’de döviz kuru, enflasyon ve faiz oranlarını doğrudan etkileyen bir faktördür.
Merkez Bankası, 19 Mart sonrası yaptığı gibi, döviz rezervlerini kullanarak (döviz satışı yaparak) kura müdahale edebilir. Ancak rezervler yetersizse, piyasa baskısı sonucu kurda sert hareketler yaşanabilir.
- Türkiye’nin özel sektör ve kamu toplam dış borç stoku da oldukça yüksektir. Bu borçların önemli bir kısmı döviz cinsindendir ve ödemeler için yüksek rezerv seviyesi gereklidir. Dolayısıyla, rezervlerin yeterli olmaması, borç çevirme kabiliyetini olumsuz etkileyebilir.
- Yatırımcılar ve kredi derecelendirme kuruluşları, net döviz rezervlerini bir güven göstergesi olarak izler. Rezervlerdeki düşüş, risk primini (CDS) yükseltebilir, bu da Türkiye’nin borçlanma maliyetlerini artırır.
- Türkiye’nin brüt rezervleri içinde swap işlemleriyle elde edilen geçici dövizler önemli yer tutar. Bu da rezervlerin gerçek likiditesini sınırlar ve net rezervlerin izlenmesini daha önemli hâle getirir.
Dolayısıyla, Türkiye ekonomisi için döviz rezervleri; finansal istikrarın korunması, kur volatilitesinin yönetilmesi ve dış borç ödemelerinin sürdürülmesi açısından hayati öneme sahiptir. Bu nedenle, özellikle finansör kurum ve kuruluşlar, rezervlerin hem miktarını, hem de niteliğini (örneğin swap dışı rezervler) ekonomi politikası açısından yakından izliyorlar.
Buraya kadar, yalnızca bizim için değil, özellikle finansörler tarafından da büyük önemi olan dış açıklar üzerinde durduk; ancak, işin bir de, bütçe açığı gibi iç tarafı var. Yine geçtiğimiz haftanın ikinci yarısında, Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre Nisan ayında bütçe açığı 174,7 milyar lirayı buldu ve Ocak-Nisan dönemi bütçe açığı da 885,5 milyar liraya kadar tırmandı. Buna göre, özellikle vergiler tarafındaki büyük artışlara karşılık, Nisan ayı bütçe gelirleri 957,4 milyar lirada kalırken, bütçe giderleri 1,13 trilyon lirayı buldu. Nisan'da faiz dışı bütçe giderleri 871,5 milyar lira ve faiz dışı açık ise 85,9 milyar lira olarak gerçekleşti. Buradan da anlaşılacağı üzere, Nisan’da yalnızca bütçeden ödenen faiz miktarı da 258,5 milyar lirayı buldu. Ocak-Nisan döneminde de, merkezi yönetim bütçe giderleri 4,25 trilyon lira, bütçe gelirleri 3,36 trilyon lira olarak açıklandı; dolayısıyla aynı dönemde bütçe açıkları da 890 milyar lira ile yılın ilk dört ayında 1,0 trilyon liraya dayanmış oldu.
Tüm bunların arka planında, özellikle “nas politikası” ile fırlayıp, kalıcılaşan yüksek enflasyonu düşürmeyi amaçlayan sıkı para politikası nedeniyle büyüme 2023'te yüzde 5,1'den 2024'te yüzde 3,2'ye geriledi. Büyümenin 2025'te yüzde 2,8'e kadar daha da yavaşlayacağı öngörülüyor. İç talep önemli ölçüde zayıfladı, ancak ekonomi politikası ortodoksluğa doğru kaymaya devam ederken, net ihracatın büyümeye katkısı pozitif hale geldi. Hizmet sektörü (ticaret, lojistik ve turizm) faaliyetleri güçlü seyrini sürdürürken, inşaat faaliyetleri deprem sonrası yeniden inşa çalışmalarıyla desteklendi. Öte yandan, genellikle büyümenin ana itici gücü olan imalat sektörü, daha sıkı politika nedeniyle daraldı.
Ancak, 19 Mart sonrası enflasyon ve kur değer kaybı baskılarının artması ve finansal piyasalarda oynaklığın yükselmesi üzerine, TCMB Mart 2025'te yaptığı toplantıda gecelik borç verme faiz oranını 200 baz puan artırarak yüzde 46'ya çıkardı. Nisan ayında yapılan bir sonraki toplantısında, TCMB faiz indirim döngüsünü tersine çevirerek politika faiz oranını 350 baz puan artırırken, borçlanma ve kredi faiz oranlarını sırasıyla yüzde 44,5 ve yüzde 49 olarak belirledi. Bir başka deyişle, yeni bir faiz artışı dönemine girilmiş oldu; ve TCMB Haziran faiz toplantısı için öngörüler yeniden bir faiz artışını işaret eder oldu. Bir başka deyişle, iç talebi baskılayan belirsizliğin artmasıyla birlikte yurt içi finansal koşulların sıkılaşacağına ilişkin beklentiler öne çıkmaya başladı. Her zaman olduğu gibi, “enflasyonu düşüreceğiz” diyerek faiz artırırken, ücretleri sabit tutmak, yatırımları ve tüketimi frenleyerek, uzun süredir kapıda bekleyen ekonomik durgunluk riskini oldukça yükseltecektir.
Bu önemli riski nedense, her zaman ya Uluslararası EBRD gibi Türkiye’nin zaten uzun süredir kapısını çalıp, destek istediği kurumlar görse de, içeride pek çok kimsenin dikkatini çekmiyor; çünkü, dikkatleri çekse, alınabilecek önlemlerle, ortaya çıkacak durgunluk gibi riskler yaşanmayacak ve elbette işsizlik şimdi olduğu gibi yükselmeyecek ve ücretler de açlık sınırının altında kalmayacak. Aslında bunlar da çok büyük maharet isteyecek önlemler değil.
Öncelikle, faiz artışıyla finansmana erişimi zorlaşan küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) için düşük faizli kredi programları sağlanabilir. Ayrıca, sektörel teşviklerle, ihracat, tarım, teknoloji gibi stratejik sektörlere yönelik vergi indirimleri veya sübvansiyonlarla büyüme desteklenebilir. Dolayısıyla, Türkiye’de istihdamın büyük bir bölümünü karşılayan bu işletmeler ayakta kalarak, işsizliğin büyümesi önlenebilir.
Diyelim ki, bu tür işletmelerin yapacakları yatırımlar istenilen ölçülerde artmadı; o zaman devlet, altyapı ve kamu hizmetleri gibi alanlarda yatırımları artırarak özel sektörün yavaşladığı dönemde talebi canlı tutabilir. Bu yatırımlar hem kısa vadede iş gücü yaratır hem de uzun vadeli büyümeyi destekler.
Ayrıca, işverenlere yönelik sosyal güvenlik primi indirimleri ya da işe alım başına teşvikler gibi politikalarla işsizliğin artması önlenebilir. Genç ve kadın istihdamını artırmaya yönelik özel programlar uygulanabilir.
Yüksek faiz nedeniyle iç talep daraldığında, dış talebin daha önemli hale geleceği de açık; bu nedenle ihracatçılara kur riski yönetimi, pazarlama desteği ve lojistik kolaylıklar sağlanabilir. Turizm sektörüne yönelik teşviklerle döviz kazandırıcı faaliyetler artırılabilir.
Bunların yetersiz kaldığı durumlarda, verimliliği ve rekabet gücünü artıran reformlar (eğitim, yargı, bürokrasi, iş gücü piyasası gibi) uzun vadede durgunluk etkisini hafifletir. Güven artırıcı reformlar, yatırımcıların beklentilerini iyileştirerek ekonomik faaliyeti destekler.
Tüm bunların yanında, çok değil yaklaşık bir ay sonra (19 Haziran) yeniden faiz artırması beklenen TCMB’nin, fiyat istikrarı hedefini kararlılıkla uygulaması, beklentileri yönlendirerek faiz artışının ekonomik daralma etkisini sınırlayabilir. Şeffaf ve öngörülebilir para politikası uygulamaları finansal piyasalarda güveni artırır.
Bu satırları okuyanların aklına, “Bunlar hangi ülkede uygulanacak?” sorusu gelebilir… Çok umut vermese de, bunlar Türkiye için çıkış yollarından biri olarak kapının önünde bekleyen ve ilgili herkesin aklına gelebilecek ve uygulanabilir nitelikteki çözüm önerileridir.