Osman Şenkul - 25 yüzyıldır yoksullaştıran faiz sarmalı

25 yüzyıldır yoksullaştıran faiz sarmalı
Osman Şenkul
Eski Yunan’da (Attika) toplumun büyük bölümünü oluşturan köylüler ve diğer üretici güçler, dönemin bilge kişisi ve ozanı Atinalı Solon’un (MÖ 640-560) kapısını çaldılar; tek istedikleri, artık dayanılamayacak kadar yükselen faizlerin dizginlenmesi ve borçlara karşılık üretim araçları ve toprakların el değiştirmesinin önüne geçecek yeni düzenlemeler yapılmasıydı.
Solon’un, bu talepler karşısında, radikal adımlarla başlattığı “reformları” öncelikle ağır borçları silmek ve büyük borçların da faizlerini düşürmek oldu. Daha da önemlisi, ağır faizler nedeniyle, ödeyemedikleri borçları nedeniyle köleleştirilenlerin tamamı özgürlüğüne kavuşturuldu. Yeni düzenlemelerle borçlanmalar ya da borç aktarımlarında faizler serbest bırakıldı; ancak, “özgürlük karşılığı borçlanma” yasaklandı.
Solon bu amaçla, önce köylülerin üzerindeki yükü hafifletmek için vergi ve diğer birikmiş borçları sildi ve toplum tüm diğer kesimlerinde olduğu gibi, toplumun gıdasını üreten köylüler için de borç karşılığı köleliği yasakladı. Buna karşılık, topraksız köylülerin yeniden toprak sahibi olmalarını sağlayan “toprağın yeniden bölüşümü” için yeni yasalar çıkaran Solon, aristokratların eline geçmiş olan toprakların büyük bölümü ile o döneme kadar mülkiyete geçirilmemiş toprakların genel bir envanterini çıkararak, köylülere paylaştırdı.
Solon’un reformları, köylülerin ve müttefikleri olan zanaatkârların ayaklanmasını önlerken, karşılarında ittifak yapan aristokrat ve tacirlerin çıkarlarını korumuştu. Aristokratlar eski gelir kaynaklarına kavuşmuşlardı. Tacirler, bir tür para ticareti olan tefeciliği de artık meslek edinmişlerdi. Bu yönleriyle, henüz tarihin ufuklarında görünmeyen bankerlerin öncülleri olmuşlardı. Tacirler, hem köylüleri hem de imalâthane sahibi zanaatkârları yeniden yüksek faizle borçlandırıyorlardı.
Böylece, köylüler yeniden topraksızlaşıyor, zanaatkârlar da imalâthanelerini birer birer tacirlere kaptırıyordu. Artık, tacirlere yüksek faizle borçlanan köylüler, köle olmasalar da, kentlerdeki üretim atölyelerinin de sahibi bulunan tacirlerin “yedek işsizler ordusu” olmuşlardı. Solon, borçlanma karşılığı köleliği yasaklamıştı ama toprakları elden gidince köylülerin tek gidebilecekleri yer, aşırı sömürünün yaşandığı atölyelerdi.
Günümüzden yaklaşık 25 yüzyıl önce yaşanan ve dönemin koşullarında bulunan yöntemlerle çözümlenen, ancak tekrar ederek, yeni dönemlerin kapılarını aralayan bu faiz sarmalından, Türkiye’de de uzun süredir aralıksız ve görünüşe göre, çözümsüz bir şekilde etkileniyoruz.
Faiz, aradan geçen yüzyıllarda, dünyanın hemen her yerinde farklı koşullarda ortaya çıkıp, yerleşse de, artık günümüzde “küresel nitelik” kazanmış bir “ekonomi aracı” olarak kullanılır oldu. Her ne kadar, bireylerin ya da kurumların “gelir kapılarından” biri olarak öne çıksa da, artık faiz özellikle paranın kontrolünü elinde bulunduran merkez bankalarının, “enflasyonla mücadele aracı” olarak da öne çıkıyor. Merkez bankaları, piyasaya sürülen paranın miktarını kontrol için kullandığı faizi yükselterek, enflasyonla mücadelede de güç kazanabiliyor.
Ancak, faiz oranları yükseldiğinde, doğal olarak yatırımlar da azalır; çünkü, öncelikle faizlerin yükselmesi, yatırım yapacak olan firmalar için borçlanmanın daha pahalı olacağı anlamına gelir. Yani bir yatırım için kredi alacaklarsa, daha yüksek faiz ödeyecekleri için bu yatırımın geri dönüşü daha düşük olur. Bu durumda bazı yatırımlar kârsız hale gelir ve ertelenir ya da iptal edilir.
Ayrıca, yatırımcılar açısından mevduat faizi ya da tahvil gibi risksiz getiri kaynakları daha cazip hale gelir. Böylece riskli yatırımlar yerine sabit getirili finansal araçlara yönelme olur. Böyle durumlarda, tüketicilerin konut, taşıt ya da diğer ihtiyaçlarını alabilmek için kullandıkları kredilerinin faizleri de yükseleceği için, tüketici harcamaları düşer. Bu da, yatırımcı firmaların “talep azalacaksa, yatırım yapmam mantıksız olur” düşüncesiyle yatırım kararlarını gözden geçirmelerine yol açar.
Dolayısıyla, azalan yatırımlar, toplam talebi ve üretimi azaltır. Bu da büyümenin yavaşlamasına neden olur. Çünkü yatırımlar, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içinde önemli bir kalemdir. Yatırımların azalması ki, bu da, mezun olup iş arayanların sayısı artarken, yeni iş sahalarının açılmaması veya mevcut işlerin azalması anlamına gelir; elbette böyle durumlarda, işsizlik de aynı hızda yükselir.
İşsizliğin yükselmesi, aynı zamanda reel ücretleri düşürecektir; ücretler düştüğünde, firmaların işgücü maliyetleri azalacaktır. Reel ücretlerin düştüğü durumlar da bazı firmalar için yatırımı daha cazip hale getirebilir ve dolayısıyla daha düşük maliyetle üretim yapılabilir. Özellikle inşaat gibi emek yoğun sektörlerde, bu durum yeni yatırımların önünü açabilir.
Tamam, böylesi dönemlerde talep de düşecek ve dolayısıyla fiyatlar üzerindeki baskı da azalacaktır. Bir başka anlatımla, faizler yükseldiğinde, yatırımın maliyeti artar ve dolayısıyla ürünlerin maliyeti de yükselir; ancak, aynı zamanda tüketici bireylerin ücretleri düşeceği, ya da işinden olup gelirsiz kalacakları için, fiyatın diğer belirleyicisi olan talebi de düşürecektir.
Yüksek enflasyonla mücadelenin, faizi yükseltmek yerine doğrudan ücret baskılamasıyla sürdürüldüğü Türkiye’deki duruma gelince; elbette ilk akla gelen, 19 Mart'ta başlayan siyasi operasyon sonrasında, Merkez Bankası, 55 milyar doları aştığı belirtilen rezerv satışlarının ardından, 13 ay sonra ilk kez yaptığı faiz artışıyla, politika faizini yüzde 42,5'ten yüzde 46'ya, gecelik borç verme faiz oranını da yüzde 46'dan yüzde 49’a çıkardı.
Merkez Bankası’nın 13 ayın ardından yaptığı bu faiz çıkışı, akıllara elbette Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın geçen Şubat ayında, 2025 sonu enflasyon hedefini yüzde 21’den yüzde 24’e yükseltmesini getirdi. Ardından, 19 Mart sarsıntısı sonrası, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de, “Bu sene enflasyonun Merkez Bankasının tahmini olan yüzde 19-29 aralığında kalması ihtimalini oldukça yüksek gördüklerini söyledi. Oysa Şimşek, daha önce yaptığı enflasyon değerlendirmesinde Merkez Bankası'nın enflasyon hedefinin net olduğunu söylemiş ve "Enflasyon beklentilerinde sınırlı kötüleşme var" demişti.
Şimşek’in "Hala hedeflerimize inanıyoruz" sözleriyle desteklediği “yüzde 19-29” aralığı, Karahan’ın, hedefi “yüzde 24”e yükselttiği açıklamasını da gölgede bırakırken, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings’in 7 Mayıs günü yaptığı açıklama çıtayı daha da yükseltti: Fitch Ratings Kıdemli Direktörü Erich Arispe, TCMB’nin politik belirsizliklere karşı adım attığını vurguladı. Arispe ayrıca, Türkiye'de bu yıl ortalama enflasyonun yüzde 34,31 olacağını belirtti ve "Türkiye'nin Temmuz’daki değerlendirmesinde politikaların tutarlılığını dikkate alacağız. TCMB'den bu noktada faiz artışı beklemiyoruz" diye ekledi.
Tüm bunları önümüze koyarak, geleceğe baktığımızda, 22 Mayıs’ta açıklanacak “Enflasyon Raporu’nda, “yüzde 24” hedefinde olası gelişmeler ve elbette, 19 Haziran’da yapılacak Para Politikası Kurulu’nda alınacak yeni faiz kararında da olası “faiz artışı”nın yeniden gündeme gelip, gelmeyeceği öne çıkıyor. Bu konularda bugünden bir öngörü ortaya koymak oldukça zor olsa da, en azından, 22 Mayıs’ta yüzde 24 enflasyon hedefinin korunacağını söylemek pek de zor değil elbette; çünkü, bunun en azından Türkiye’de bir vaatten öteye gidemediğini, geçmiş deneyimlerimiz gösteriyor. Buna karşılık, net ve somut sonuçları olan faiz kararının, Fitch’in “faiz artışı beklemiyoruz” açıklamasına karşın 19 Haziran’da “yeni bir artış” olarak öne çıkmasının “olası olduğunu” söylemek çok yanlış olmayacak gibi görünüyor.
Kısacası, önümüzdeki dönemde, bir yandan 11,73 milyon kişi ile yüzde 28,8’e tırmanan geniş tanımlı işsizlik oranı, bir yandan da 23 bin lirayı aşan açlık sınırı ve tüm bunlara karşın,
2025’in ilk dört ayında enflasyonun emek gelirlerinde (ücret, maaş ve aylık) yarattığı erimenin en az 176 milyar 600 milyon lirayı eritmiş olması dikkat çekiyor.
Bu durumda, ya faiz artışlarının sürdürülmesiyle enflasyonda düşüş gerçekleşecek ve yaklaşık 2.500 yılın ardından bu topraklarda, denizleri ve kıtaları birleştirecek milyarlarca dolarlık “yeni inşaat işlerinde” düşük ücretlerle çalışacak milyonlarca kişiden oluşan yeni bir “yedek işsizler ordusu” ekonomiyi canlandıracak, ya da faizlerde yeniden indirim yapılacaktır.