16 Mayıs 2025

Müge Okur - Dünyadan Ve Türkiye'den Ekoloji Haberleri

muge-okur-dunyadan-ve-turkiyeden-ekoloji-haberleri-327

DÜNYADAN HABERLER

 

OECD ülkeleri, plastik atık ve hurdaları üyesi olmayan ülkelere ihraç ediyor

Andrew Brown - Frithjof Laubinger

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Çevre Politikası Komitesi (EPOC) ve Kaynak Verimliliği ve Atık Çalışma Grubu’nun (WPRPW) hazırladığı rapora göre, bazı OECD ülkeleri, plastik atık ve hurdalarının çoğunu OECD üyesi olmayan ülkelere ihraç etmeye devam ediyor.

Bu ülkeler arasında, Malezya, Vietnam ve Endonezya'nın bulunduğuna dikkat çekilen raporda, tek taraflı önlemler ve çok taraflı olarak kabul edilen kontrollerin, plastik atık ve hurda ticaretini temelden değiştirdiğine dikkat çekildi ve eklendi:

"Küresel düzeyde, plastik atık ve hurda ticareti azalıyor. Sıralanmamış kağıt atık ticareti ile karşılaştırıldığında, çok taraflı olarak kabul edilen kontrollerin getirilmesinin, küresel düzeyde gözlenen sürekli düşüşü kısmen açıklamaya yardımcı olduğu yönünde kanıtlar bulunuyor."

Raporda ortaya koyulan verilere göre, OECD ülkelerinin 2023 yılında yaptıkları ihracatın, yüksek gelirli ülkelerin düşük değerli, geri dönüşümü zor plastik atıkları düşük ve orta gelirli ülkelere ihraç edebileceği bir duruma geri dönülmesinin ilk işaretleri olabilecek bazı eğilimler gösteriyor:

- OECD ülkelerinin toplam ticaret dengesi (ihracat ile ithalat arasındaki fark) 2023 yılında artmıştır. Bu, daha dengeli bir ticarete doğru olan önceki eğilimin tersine bir durumdur.

- OECD ülkeleri arasında ticareti yapılan plastik atık ve hurdaların ağırlık başına bildirilen değeri, OECD ülkelerinden OECD dışı ülkelere yapılan plastik atık ve hurda ihracatının değerinden daha yüksek.

- Bu eğilimin devam etmesi, OECD içinde ticareti yapılan plastik atık ve hurdaların, OECD'den OECD dışı ülkelere yapılan ihracata göre biraz daha yüksek kalitede olduğunu gösteriyor.

Uzun vadede karşılaştırıldığında, bu eğilimlerin çoğu olumlu yönde ilerlemeye devam ediyor. Örneğin, 22 OECD ülkesi 2022'den 2023'e kadar toplam ihracatında düşüş bildirdi. OECD ülkeleri tarafından 2023 yılında vinil klorür ihracatında da önceki yıllara göre bir düşüş görüldü.

Son veriler, OECD ülkeleri tarafından yapılan ihracat konusunda karışık bir tablo çiziyor.

Gelecekte yapılacak izleme çalışmaları, ortaya çıkan gelişmeleri takip etmeye devam edecek ve olası sorunlu ticaret modellerinin erken uyarı işaretlerini tespit etmeye yardımcı olacak.

 

Temiz teknolojinin bir sonraki hedefi: Moda

Bloomberg'den Olivia Raimonde’ın araştırmasına göre, küresel düzeyde 1,7 trilyon dolar düzeyine ulaşan moda endüstrisi, "önemli bir kirlilik kaynağı" olarak öne çıkıyor. Bir tahmine göre moda endüstrisi, yıllık sera gazı emisyonlarının yüzde 8 ila yüzde 10'undan sorumlu ve bu oran, havacılık ve deniz taşımacılığının toplamından daha fazla.

Çünkü, “Giysi üretimi, polyester gibi fosil yakıtlardan elde edilen elyaflara dayanır ve enerji ve su tüketiyor. Hızlı modanın getirdiği değişim, birçok ürünün satın alındıktan kısa süre sonra atılmasına neden oluyor ve bu da göz kamaştırıcı miktarda tekstil atığının ortaya çıkmasına neden oluyor.”

Günümüzde üretilen kumaşların çoğu, saf pamuktan daha dayanıklı olan pamuk ve polyester karışımıdır. Ancak karışık lifleri ayırmak son derece zordur ve bu nedenle geri dönüşümü de zordur. North Carolina State Üniversitesi tekstil bilimi profesörü Sonja Salmon, “Bunları mekanik olarak ayırmak çok zor. Tarakla ayırmak imkansız. Makine bunların aynı şey olduğunu düşünür” diyor.

Giysilerde kullanılan kumaşların boyanması da üretim sürecinde “enerji yoğun” bir aşamadır.

Geleneksel olarak, pigmentler rengin tutunması için çok yüksek sıcaklıklara ısıtılır. EverDye, oda sıcaklığında uygulanabilen biyo-bazlı bir boya geliştirdiğini söylüyor.

Startup artık kumaşları kahverengi, turuncu veya sarı renklere boyayabiliyor ve mavi, kırmızı ve siyah tonları oluşturmak için yaklaşımını ince ayarlıyor. EverDye’ın operasyon müdürü Victor Durand, “Formülleri uyarlamak zaman alıyor” diyor.

Geçen Ekim ayında küçük bir kapsül koleksiyonunu piyasaya sürdü ve Lacoste ve Petit Bateau gibi markalarla pilot testler yapıyor. Şirket şu anda A serisi finansman turu için para topluyor. Durand, “Hedefimiz, tedarik zincirinde düzenli bir boya tedarikçisi olmak” diyor. Çocuklar yaşamları boyunca “benzeri görülmemiş” aşırı sıcaklara maruz kalacak Dünyanın önde gelen çocukları koruma örgütü Save the Children'ın yeni raporuna göre, 2020 yılında doğan tahmini 120 milyon çocuğun yaklaşık 100 milyonu, dünyanın mevcut iklim planları altında “benzeri görülmemiş” aşırı sıcağa maruz kalacak.

 

Çocuklar yaşamları boyunca "benzeri görülmemiş" aşırı sıcaklara maruz kalacak

Save the Children'ın yeni raporu, küresel hava sıcaklığının, endüstriyel öncesi seviyelerin 1,5°C üzerinde kalınması konusunda küresel olarak kabul edilen hedefe uyulmasının yaratabileceği büyük farkı ortaya koyuyor. Paris Anlaşması'nın bu hedefi kabul etmesinden neredeyse on yıl sonra, ülkelerin iklim politikaları bizi 2,7°C'lik bir ısınmaya doğru götürüyor. Bu taahhütler bile yerine getirilmediğinden, dünya şu anda yaklaşık 3,1°C'lik bir ısınmaya doğru ilerliyor.

Save the Children International CEO'su Inger Ashing, “Dünya çapında çocuklar, sorumlusu olmadıkları bir krizin yükünü taşımak zorunda kalıyor. Sağlıklarını ve öğrenimlerini tehlikeye atan tehlikeli sıcaklıklar; evlerini ve okullarını yerle bir eden kasırgalar; ekinleri kurutan ve tabaklarını boşaltan yaygın kuraklıklar. Bu günlük felaketlerin ortasında, çocuklar bize kapatmamamız için yalvarıyor” diyor.

Vrije Universiteit Brussel (VUB) ve araştırmacılar tarafından yayınlanan rapora göre, 1,5 °C hedefi gerçekleştirilirse, aşırı sıcaktan etkilenen bugünkü beş yaşındaki çocukların sayısı 62 milyona düşecek ve bu, 38 milyonluk bir fark anlamına geliyor. Bu, beş yaşındaki çocukların neredeyse üçte biri.

Sıcak dalgaları, dehidrasyon, solunum yolu hastalıkları ve nihayetinde ölüm riskini artırarak küçük çocukların sağlığını orantısız bir şekilde etkiliyor. Aşırı sıcaklık, gıda ve temiz suya erişimi de engelliyor ve okulların kapanmasına neden oluyor. Bu yılın başlarında Güney Sudan'da bazı öğrenciler sıralarında baygınlık geçirdikten sonra okullar iki hafta boyunca kapatılmıştı.

2100 yılına kadar 2,7°C'lik bir sıcaklık artışını öngören mevcut ulusal iklim politikası taahhütlerine göre, 1960 yılında doğan yetişkinler bile Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Avustralya'da yaşamları boyunca benzeri görülmemiş bir sıcak dalgasına maruz kalacaklar.

2020 yılında dünyanın tüm bölgelerinde doğan çocuklar, benzeri görülmemiş bir sıcak dalgasına maruz kalacaklar.

Araştırmacılar, “eşi görülmemiş” maruz kalma durumunu, insan kaynaklı iklim değişikliğinin olmadığı bir dünyada bir kişinin hayatı boyunca 10.000'de 1'den az bir olasılıkla yaşayacağı aşırı iklim olayları olarak tanımladı. 1,5°C hedefi, 2020 yılında doğan milyonlarca çocuğu, mahsul kıtlığı, sel, tropikal kasırgalar, kuraklık ve orman yangınları gibi diğer iklimle ilgili felaketlerin en şiddetli etkilerinden de koruyacak.

 

 

TÜRKİYE’DEN HABERLER

 

Toplumun yüzde 79’u iklim değişikliği ile daha güçlü mücadele istiyor

Türkiye halkının yüzde 64'ü iklim değişikliğini günümüzün en önemli sorunu olarak tanımlıyor. Toplumun büyük kesimine göre ise Ankara’nın iklim politikaları yetersiz. İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası’yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Doç. Dr. Başar Baysal’ın Türkiye halkının iklim değişikliğine ilişkin algısını araştıran araştırmasının sonuçlarını ve bu sonuçları değerlendiren makalesini paylaşıyoruz.

Türkiye’de iklim güvenliği algılarını analiz etmek amacıyla Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nden Doç. Dr. Başar Baysal’ın gerçekleştirdiği araştırma, toplumun neredeyse yüzde 80’inin iklim değişikliği ile mücadelede daha etkili ve kararlı adımlar atılmasını istediğini gösteriyor. Ankara’nın mevcut iklim politikalarının yeterli olduğunu düşünenlerin oranı, yüzde 20’yi geçmiyor.

Türkiye nüfusunu temsil eden 3,827 kişilik bir anketin yanı sıra farklı siyasi partilerden 20 milletvekili ile yapılan derinlemesine mülakatlara dayanan araştırmaya göre, iktidar ve muhalefet partilerinin milletvekilleri de daha fazla adım atılması gerektiği konusunda toplumla hemfikir.

Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, toplumun iklim değişikliği konusundaki duyarlılığını netlikle ortaya koyması: Halkın yüzde 64,4’ü, iklim değişikliğini zamanımızın en önemli sorunu olarak tanımlıyor. Yüzde 31,6’sı ise, daha acil sorunlar olduğunu düşünmekle birlikte, iklim değişikliğini önemli bir sorun olarak tarif ediyor. Kısacası toplumun tamamına yakını, iklim değişikliği ile mücadeleye büyük önem atfediyor.

Toplumdaki bu hassasiyetin nedenlerini tespit edebilmek, daha detaylı çalışma gerektiriyor. Ancak yapılan ön görüşmeler, toplumun toprak ile bağının devam ediyor olmasının önemli bir sebep olabileceğine işaret ediyor. Bu durum, toplumun iklim değişikliği ile endişelerinde de kendini gösteriyor: Araştırmaya katılanların en büyük kaygıları arasında susuzluk ve gıda güvenliği öne çıkıyor.

‘İklim değişikliği önemli bir sorun’ diyenler yüzde 96 Ankete göre halkın yüzde 64,4’ü, iklim değişikliğinin gerçekliğine inanıyor ve bunu zamanımızın en önemli sorunu olarak tanımlıyor. Katılımcıların yüzde 31,6’sı ise gündemde daha acil sorunlar bulunduğunu düşünse de iklim değişikliğinin yine de önemli bir sorun olduğunu belirtiyor. Yani, toplumun yüzde 96’lık kesimi, sorunun önemi konusunda hemfikir.

Yine önemli bir bulgu da iklim değişikliğinin varlığını reddeden iklim şüphecilerin oranının Türkiye’de sadece yüzde 1,2 seviyesinde olması. Bu yüksek oranlar, halkın büyük bir çoğunluğunun iklim değişikliği hakkında ciddi bir farkındalığa sahip olduğunu gösteriyor. Benzer farkındalık oranlarına daha çok Avrupa ülkelerinde rastlanıyor. Avrupalıların yüzde 77’si, iklim değişikliğini çok ciddi; yüzde 93’ü ise ciddi bir sorun olarak tanımlıyor ve iklim eylemlerini destekliyor.

Ancak bu oran Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ve Çin’de çok daha düşük. İklim değişikliği nedeniyle kaygı duyanların oranı ABD’de yüzde 63, Çin’de ise yüzde 65 olarak rapor ediliyor. 

Yüksek duyarlılığın sebebi, toprakla süregelen bağlar olabilir.

Bir diğer önemli bulgumuz, toplumun iklim değişikliği konusundaki hassasiyetinin; cinsiyete, yaşa, eğitim seviyesine, kırsal veya kentsel bölgede yaşamaya veya yaşanılan bölgeye bağlı olarak kayda değer değişkenlik göstermemesi.

Yalnızca kadınlar erkeklere kıyasla, iklim değişikliğinden doğrudan zarar görmüş kimseler ise zarar görmemiş olanlara kıyasla küçük bir farkla daha hassaslar. Yaş, eğitim seviyesi gibi diğer farklılıklar ise iklim değişikliği konusundaki tutumlar üzerinde ciddi bir etki yaratmıyor. Dolayısıyla yaşlısından gencine, köylüsünden kentlisine, iklim değişikliği konusunda ortak bir hassasiyet ve çözüm beklentisi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu duyarlılığın sebepleri konusunda derinlemesine araştırmalara ihtiyaç var. Ancak araştırmacı tarafından bu konuda yapılan ön görüşmeler, bu hassasiyetin köklerinin, toplumun toprak ile olan bağının halen kopmamış olmasında yatıyor olabileceğine işaret ediyor.

Türkiye, geç endüstrileşmiş bir ülke. Bu nedenle toplumun büyük kesiminin, doğrudan kendisi olmasa bile yakınları, kırsalda tarımla uğraşmaya devam ediyor. Çoğunluğun bir ya da iki jenerasyon büyükleri köyden şehre göç etmiş. Bu anlamda kırsal ve tarım ile olan bağları hâlâ çok güçlü olan büyük bir kesim var. Hâlâ birçok eve köyden salça geliyor, tatillerde ve bayramlarda ziyarete köye gidiliyor; kısacası insanlar, toprakla bağlarını koruyor.

Bu durum, doğayla olan ilişkinin de bir ölçüde korunmasını sağlıyor; insanların çoğu, toprağın kıymetini biliyor. Her ne kadar evsel atıkları ayrıştırmak gibi konular çoğunluk için yeni olsa da, doğanın değerine dair farkındalık yüksek. Orman, hatta bir ağaç bile çok kıymetli. Bahar yağmurları yağmadığında mahsul alınamayacağı biliniyor ve bunun yaşamlar üzerindeki etkisi idrak ediliyor.

En önemli endişe gıda güvenliği ve susuzluk

Bu farkındalık, toplumun iklim değişikliğinin etkileri konusundaki endişelerine de yansıyor. Toplumun kaygılarına bakıldığında, iklim değişikliğinin su kaynakları ve tarım üzerindeki etkilerinin öne çıktığını görüyoruz. Ankete katılanların yüzde 80,6’sı, iklim değişikliği nedeniyle temiz içme suyuna ve tarımsal sulama maksatlı suya erişimin zorlaşacağından endişe ediyor. Ayrıca toplumun yüzde 69’u, tarımın olumsuz etkileneceğini ve gıda güvenliğinin tehlikeye gireceğini ifade ediyor.

Bu güvenlik etkileri, parlamento üyeleri tarafından da öncelikli sorunlar olarak görülüyor. Vekiller, iklim değişikliğinin tarıma ve su kaynaklarına etkisinin yanı sıra aşırı hava olayları gibi sonuçlarının, toplumun yaşam kalitesini doğrudan etkilediğini belirtiyor. Sel, fırtına, sıcak hava dalgaları gibi daha şiddetli iklim olaylarının artacağı ve toplumun yaşam kalitesinin doğrudan olumsuz etkileneceği de sık dile getirilen bir başka endişe. Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu hem halkın hem de vekillerin ekolojik ve insan merkezli bir bakış açısına sahip olması. Ankete katılanların yüzde 61’i, iklim değişikliğinin en fazla gezegenin tamamını ve ekosistemleri tehdit ettiğini düşünüyor. Bunu takip eden hassasiyet ise suya erişim ya da gıda güvenliği gibi iklim değişikliğinin insan yaşamı üzerindeki etkileri. Parlamento üyelerinin de bu duruma dikkat çekmesi; ekosistemlerin ve biyoçeşitliliğin korunmasına güçlü bir toplumsal ve siyasi destek olduğunu gösteriyor. Devlet güvenliğini merkeze alan bakış ise önem sırasında en sonda. Su savaşları gibi iklim değişikliğinin devlet güvenliği odaklı etkileri daha uzak ihtimaller olarak görülüyor. Halkın yüzde 79,9’u iklim değişikliği ile mücadeleyi yetersiz buluyor

Bu yüksek duyarlılık ve endişeler, halkın beklentilerine de yansıyor: Ankete katılanların büyük çoğunluğu (yüzde 79,9), Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda yeterli adım atmadığını düşünüyor ve daha güçlü eylemler talep ediyor. Ankara’nın iklim değişikliğine yeterince önem verdiğini belirtenlerin oranı, yüzde 20’yi geçemiyor.

Bu sonuçların da açıkça gösterdiği gibi, toplumda daha fazla iklim eylemine yönelik güçlü bir talep var. Bu talebin yüzde 79,9 ile ifade edilmesi hem iktidarı hem de muhalefeti destekleyen toplum kesimlerinin iklim eylemi beklentisi konusunda hemfikir olduğuna işaret ediyor.

İklim değişikliği ile mücadele konusunda toplumun ve siyasetçilerin beklentileri ise büyük oranda örtüşüyor. Araştırmamız, parlamento üyelerinin büyük kısmının da mevcut önlemleri yetersiz bulduğunu gösteriyor.

Mülakat yapılan muhalefet vekillerinin tamamı, iklim değişikliği ile mücadelede alınan tedbirleri yetersiz bulduklarını ifade ediyor. Öte yandan iktidar partisinden vekiller, hükümetin özellikle son dönemde önemli adımlar attığını ifade etseler de, çoğunlukla daha fazlasının yapılması gerektiğini düşünüyor.

Bu durum, ülkede iklim eylemi konusunda güçlü bir talep olduğunu ve bu talebin hem toplumda hem de siyasi alanda karşılık bulduğunu gösteriyor. Özellikle iktidar ve muhalefet vekilleri ile toplumun genelinin aynı beklentide olması nedeniyle, bu konuda işbirliği imkânının da yüksek olduğu söylenebilir.

Türkiye, küresel iklim siyasetinde gelişmekte olan ülkelere liderlik edebilir mi? Küresel iklim yönetişiminde genel olarak gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında bir ayrışmaya gidiliyor. Gelişmiş ülkelerin çok daha önceden başladıkları sanayileşme süreçleri nedeniyle tarihi sorumluluğu bulunduğundan, iklim değişikliği ile mücadelede daha fazla gayret göstermeleri gerektiğine dair genel bir norm oluşmuş durumda. Ancak bunun uygulamada nasıl karşılık bulacağı halen muğlak ve uluslararası siyasetin temel bir konusu. Bu küresel iklim siyaseti çekişmesinde Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere liderlik etme potansiyeli ihtimali akla geliyor. Son dönemde uluslararası arenada daha aktif siyaset izleten Türkiye, iklim siyasetinde de gelişmekte olan ülkelerin sesi olabilir mi? Bu liderlik, Türkiye’nin uluslararası arenada daha etkili bir aktör olarak öne çıkmasını sağlayabilir ve küresel iklim çabalarına katkıda bulunarak ülkenin diplomatik konumunu güçlendirebilir. Çalışmamız gösteriyor ki bunun doğru bir yaklaşım olacağı konusunda hem iktidar hem de muhalefet vekillerinin tamamı hemfikir. Fikir ayrılığı; liderliğin gerekliliği hakkında değil, lider olma kapasitesi hakkında ortaya çıkıyor.

İktidar vekilleri, Ankara’nın küresel iklim politikalarında gelişmekte olan ülkelere liderlik etmesi gerektiğini söylüyor ve bu kapasiteye sahip olduğunu savunurken muhalefet vekilleri Türkiye’nin bu rolü oynaması gerektiğini ancak mevcut iktidarın liderlik rolü oynamasının zor olduğunu ifade ediyor.

Öte yandan iktidar partisi vekillerinin çoğunluğu, iklim değişikliğini “apolitik bir mesele” olarak görüyor. Bu nedenle partiler arası işbirliği sağlanabileceğine inanıyorlar. Muhalefet vekillerinin ise bu konuda farklı görüşleri var. Vekillerin yarısı, iklim değişikliğinin doğası gereği siyasi bir mesele olduğunu düşünürken bir kısmı ise iklim değişikliğini ortak bir sorun olarak görüyor ve yerleşik siyasi dinamiklere rağmen daha geniş bir işbirliği olanağı sunduğuna inanıyor.

 Milletvekillerinin genel bakışı gösteriyor ki, iklim değişikliği ile mücadele konusunda iktidar ve muhalefet arasında bir işbirliği potansiyeli var. Ne var ki ne iktidar ne de muhalefet vekilleri, bu alandaki işbirliğinin farklı alanlar için de ön açıcı olabileceği konusunda iyimser değil.

İklim politikalarının ne şekilde geliştirileceği tartışma konusu olsa da, bu araştırma, Ankara’nın daha etkili politikalar geliştirmesi gerektiğine dair önemli bir işaret veriyor. Anket sonuçlarından da görüldüğü üzere, toplumun iklim değişikliği farkındalığı oldukça yüksek ve bu farkındalık, güçlü bir eylem beklentisiyle birleşiyor. Bu beklentinin somut politikalarla ve kararlı adımlarla karşılanmaması ise toplumsal memnuniyetsizliğe dönüşmesi riskini taşıyor.

 

*

 

Kaynak Makale: Proje Adı: “Türkiye’de İklim Güvenliği Algılarının Analizi: Ahlaki ve

Resmi Hedef Kitle”

Baysal, Basar, 2024, Analyzing Climate Security Perceptions in Türkiye: Toward A Just

Securitization of Climate Change, IPC Report, Yayına Hazırlanıyor.

 

Kaynak: Yeşil Gazete

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.