21 Şubat 2025

Osman Şenkul - MAS'tan NAS'a faizin uzun ve karmaşık yolculuğu

mastan-nasa-faizin-uzun-ve-karmasik-yolculugu-osman-senkul

MAS'tan NAS'a faizin uzun ve karmaşık yolculuğu

Osman Şenkul

 

İnsanlık tarihinin ilk uygarlıkları arasında öne çıkan Sümer’in uygarlığa en önemli katkılarından biri de, ilk yazılı belgeleri üretmiş olmasıdır. Sümer tabletleri, dönemin toplumsal yaşamına ilişkin birçok önemli bilgiyi günümüze taşıyor.

 

Tarihçilerin, bu tabletler üzerinde yaptıkları araştırmaların gösterdiğine göre, uygarlığın beşiği Mezopotamya’nın, ilk ve gelmiş geçmiş en büyük devleti Sümer’de, MÖ. 2500 yıllarında, Kiş, Erek ve Ur hükümdarları arasında sert bir egemenlik mücadelesi baş gösterdi. Bir bütün olarak Sümer Krallığı ekonomik ve askerî olarak ağır darbe yedi, güç kaybetti. Bu gelişmeler üzerine, Birinci Ur Hanedanı’nın hemen ardından, Sümer Krallık kadrosu ve devlet organları, geçici olarak, Susa (Susiana) yakınlarında bir Elâm kent devleti olan Avan Krallığı’na taşınmak zorunda kaldı.

 

Krallık makamının Elâm ülkesine taşınması sırasında, krallık ile yakın ilişki içinde bulunan birçok aile, Susa çevresindeki geniş araziler üzerindeki tümülüslere yerleşerek, çevredeki topraklarda tarım ve hayvancılık yapmaya başladı. Bu tümülüslerin görece daha yüksek olanlarında da Ziggurat (Akatça zaqā “yükselmiş yere” kurmak. İngilizce: ziggurat, Fransızca: ziggourât, zikkurât, Almanca: Himmelshügel, Zikkurat) adı verilen ve daha çok “tanrı evi” diye tanımlanan, “basamaklı piramitler” kurdu. Bu zigguratlardan biri de, Susa’da, Dur Untaşı (Çoğa Zenbil) adıyla kuruldu.

 

Bu dönemleri anlatan tabletlerdeki dikkati çeken bir bilgi de; tarihin ilk faiz uygulamalarına ilişkin olanlardı.

 

Kızıl ışıklar saçan güneş Elâm ufuklarından yükselirken, Sümer Kraliyet ve devlet kadrosunun yanında, Avan Krallığı’na taşınan ailelerden birinin reisi olan Meskiagnunna, Ziggurat’ın (Dur Untaşı) uzun gölgesinde otlayan sürüye bakıyordu. Çoğunluğu “semiz”, “yağlı kuyruklu” ve “dağ” koyunlarından oluşan, aralarında çevik keçilerin de bulunduğu 700 kadar hayvandan oluşan sürünün, otlarken çıkardığı sesler birleşip, gökyüzüne yükselen tanrıların ayak seslerine dönüşerek, Meskiagnunna’ın tünediği Ziggurat’ın zirvesinde yankılanıyordu.

 

Gözleri, sürüye o bahar katılan kuzuları ve oğlakları aradı. Ziggurat’ın dibinde, bir tarafını yüksek duvarın oluşturduğu ağıldan annelerini izleyen kuzular ve oğlaklar, kahvaltıda süt yüklü memelerle buluşmak için can atıyordu. Sürüyü, çoban köpeklerinin de desteğiyle ağıldan uzak tutmak için oradan oraya koşturan çoban, güneş yükselmeden önce, yavrulu koyun ve keçilerin biraz daha otlamalarını sağlamaya çalışıyordu. Birazdan güneş yükseldiğinde Ziggurat’ın da gölgesi kalmayacak, koyunlar ve keçiler duvar diplerine sığınarak güneşin yakıcı etkisinden kurtulmaya çalışacaklardı.

 

Meskiagnunna, gözlerini yeniden kuzu, oğlak ağılına odakladı; sürünün yeni üyelerini saymaya çalışıyordu. Çobanın söylediğine bakılırsa, 170 kadar kuzu, 27 de oğlak vardı; sürüye 200’e yakın yeni üye katılmıştı. Ama ne var ki, yeni üyelerin katılımıyla sürü büyümeyecekti; yeni katılımlarla, toplam 1.000 üyeli büyük bir sürüye sahip olsa da, kışa girmeden, bunların neredeyse yarısını geçen yıl tam 100 şekel gümüş borçlandığı, Elâmlı tacir Lugalbanda’ya, ana para ve faiz olarak verecekti.

 

Elâmlı tacir Lugalbanda’nın, kendisine istediği kadar borç verebileceğini, bir yılın sonunda borcunu yüzde 20’si kadar faiz ile birlikte geri alacağını söylediğinde, ne diyeceğini bilemedi. Çünkü, Meskiagnunna işin faiz tarafını hiç düşünmemişti; çaresiz kabul etti. Fırtınalar ve yağmurlar bastırmadan, kendileri için bir ev, sürüsü için de bir ağıl yapmak istiyordu. Bu nedenle, inşaat için bazı malzemelerin alımını ve duvar ustalarının ücretini karşılayabilmek için biraz paraya ihtiyacı vardı ve bu tacir de bunu karşılıyordu.

 

Lugalbanda, konuyu konuşurken sürüye bakmış ve “Meskiagnunna, biliyorsun, 100 şekel gümüş için 20 şekel gümüş de faiz alacağım. Bu 120 şekel gümüşü istersen gümüş olarak ödersin, istersen sürünün içinden seçeceğim koyun ve keçileri vererek ödersin. Bir şekel gümüşe karşılık, dört yetişkin koyun ya da dört yetişkin keçi sayarım; bu da, 480 yetişkin koyun ve keçi eder” demiş ve yoluna devam etmişti.

 

Karısı ve çocukları, savaşta kaybettikleri ağabeyinin karısı ve çocuklarıyla birlikte aile 13 kişiydi. Çoban ailesi de dört kişiydi. Tüm bu geniş aileyi doyuracak büyüklükte bir sürüye ve yeterince buğday, mercimek ve arpa hasadına ihtiyaç duyuyorlardı.

 

Peynir ve yağ için besledikleri inek ve boğaların yanında, et yemekleri için davar sürüsünün de daha büyük olması gerekiyordu. Meskiagnunna, borcun faiziyle birlikte ödenmesi gerektiğini öğrendiğinden beri çözüm bulamıyor, işin içinden bir türlü çıkamıyordu. Sonunda, durumu yüce hükümdar Lugalannemundu’ya götürmeye karar verdi. Hükümdarın kendisini ilgiyle dinleyeceğine ve içine düştüğü bu ağır durum için bir çözüm bulacağına emindi. Evet, tacir Lugalbanda’dan 100 şekel gümüş borç almıştı; bunu inkâr etmiyordu. Bunun için bir de sözleşme yapmışlardı. O sözleşmede adı geçen Meskiagnunna elbette kendisiydi. Borcunu ödeyecekti elbette; ama, bu faiz denilen para da neyin nesi oluyordu.

 

Tacir Lugalbanda kendisini ziyaret ettiğinde, “faizi” de alacağını söylediğinde çok şaşırmış, ama kendisine bir şey söyleyememiş, sessiz kalarak tacirin bu isteğine boyun eğmişti. Tacirin, “Meskiagnunna, biliyorsun, 100 şekel gümüş için 20 şekel gümüş de faiz alacağım” sözleri halâ kulağında çınlıyordu. Sürü daha da küçülürse, gelecek yıl kaç tane kuzu ve oğlak dünyaya getirebilirlerdi ki... Durumu, önce karısı Kubaba ile konuşacaktı.

 

Kubaba çok netti: “Tamam, tacir Lugalbanda’ya borcumuz var; borcu alırken ben de tarttım. Söylediği ve tablete de yazdığımız gibi, tam 100 şekel gümüş borç aldık kendisinden ve minnettarız. Bu evimizi o gümüşlerle yaptık; yağmurda, fırtınada açıkta kalmadık. Sürümüze yeni semizler, yağlı kuyruklular, dağ koyunları, sürme gözlü keçiler kattık. Senin, benim, çocuklarımızın, Urgududa ve karısı Münceka ile çocuklarının, hepimizin karnını doyurduk. Tacir Lugalbanda, bize borcu verdiğinden sonra kapımızı her çaldığında, kendisini içeriye buyur ettik; ineğimizin sütünden aldığımız kaymakla bezenmiş somunlar, mahzenimizde demlenmiş şarabımızdan ikram ettik. Kervan tozuyla ağırlaşmış, çamur gibi urbalarını temizledik. Sen en keskin kılıcını, yolda haydutlara karşı kendisini korumak için gerekebilir diye onun adamlarına verdin. Kervanındaki develere ot, saman verdik. Bu 20 şekel gümüş de ne oluyormuş? Bizim ona borç verecek 20 şekel gümüşümüz yok. Tut ki, bu kadar gümüşümüz var ve kendisine verdik; o bize 20 şekel gümüşü ne zaman geri verecekmiş?”

 

Meskiagnunna, önceden ezberlenmiş bir tiradı icra eder gibi soluksuz konuşan karısının sözünü burada kesti:

 

“Tacir Lugalbanda bizden borç istemiyor. Onun istediği 20 şekel gümüşe, faiz (maš) deniliyormuş.”

 

“Faiz (maš) de ne demek? Yüce tanrı Anşar...! (gökyüzü tanrısı). Biz zaten onun 100 şekel gümüşünü ödüyoruz (masdarea)...! Bizden istediği bu faiz denilen şey de ne oluyormuş? Kendisi bize verdiği 100 şekel gümüşü geri istiyor; biz de elbette söz verdiğimiz gibi, zamanı geldiğinde bunu kendisine geri vereceğiz. Tacir Lugalbanda bizden hangi hakla 20 şekel gümüş istiyor ve geri vermeyeceğini söylüyor. Bunu ancak haydutlar yapar...! Yüce tanrı Ereşkigal (yeraltı tanrısı) alsın tacir Lugalbanda’yı yanına...!”

 

Meskiagnunna, karısının bu tepkisini anlıyor, hak veriyordu. Aslında, kendisi de karısı gibi bu “faiz” denen soygun ile yeni karşılaşıyordu, ama yapacak bir şey de yoktu. Çünkü, tacir Lugalbanda’ya verdikleri bir taahhüt vardı ve bu taahhütleri sözleşme tabletinde yer alıyordu.

 

“Evet, tacir Lugalbanda’ya her zaman cömert davrandık. Ayrıca, bu yüzde 20 meselesinin anlayacak bir tarafı yok. Tamam, biz 100 şekel gümüşü aldık; ama, evimizi yapmak, sürümüzü büyütmek için çok çalıştık.

 

Onun 100 şekel gümüşü değil ki çalışan. O gümüş ile evimizi kurduğumuz bu toprağı, keresteyi, demiri aldık, taş ocağından taş taşıttırdık. Duvar ustalarına verdik. Sürümüze yeni koyunlar, keçiler kattık. Tacir Lugalbanda değil, biz çalıştık, duvar ustaları çalıştı. Onun bize emanet verdiği 100 şekel gümüşünü de vakti gelince kendisine geri vereceğiz; o hiç bir şey kaybetmiyor ki?”

 

Meskiagnunna, giderek büyüyen, kapsamı genişleyen bu konuşmayı sonlandırıp, asıl kararını karısına açıkladı:

 

“Sözlerinin her bir kelimesi yerinde, çok haklı sözler bunlar... İşte ben de bu yüzden, bizi bu zor durumdan kurtarması için kralımız Lugalannemundu’ya gitmeyi düşünüyorum...”

 

Karısı, Meskiagnunna’nın bu düşüncesini duyar duymaz, sözünü keserek araya girdi:

 

“Evet...! Çok doğru...! Kralımız Lugalannemundu bize yardımcı olacak, o soyguncu tacir Lugalbanda’ya haddini bildirecektir. Kralımız Lugalannemundu’ya birlikte gidelim; benim de kendisine söyleyeceğim çok sözüm var...!”

 

“Tamam sevgili karıcığım Kubaba, kralımız Lugalannemundu’ya birlikte gidelim; sen de söyleyeceklerini bir bir anlatırsın yüce kralımıza...!”

 

Meskiagnunna ve karısı Kubaba’nın yeni tanıştığı faizin doğuşu, onların yaşadığı çağdan da birkaç yüzyıl öncesine dayanıyor. Günümüzde yaygın olarak kullandığımız “faiz” sözcüğü Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde, “(fa:iz), Arapça fā’iż : 1. isim, ekonomi işletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, ürem, nema, 2. İsim, kapitalist ekonomide, artık değerin değişikliğe uğramış biçimi olarak paranın fiyatı, kiralanan paranın kira bedeli” diye tanımlanıyor.

 

Arapça, “feyż - çoğalmak”tan üretilen faiz (fā’iż) sözcüğünün Türkçe karşılığı, yerine göre “getiri” olarak kullanılsa da, temel olarak, “üremek” kelimesinden türetilmiş olan “ürem” olarak kabul görüyor. Buna karşılık, Türkçe’de yaygın olarak kullanılan “faiz” ya da Türkçe “ürem” sözcüğünün, -birçok olguda olduğu gibi- kaynağının, bilinen en eski yazılı kullanım dili olan, Sümerce olduğu kabul edilir; Sümerce metinlerde, çok yerde, alınan borç için ödenen “faiz” den (maš) söz edilmiştir.

 

Sümer dilinde işaretiyle yazılan maš sözcüğü de “artan, çoğalan” anlamlarını temsil ediyor. Sümerce’de, artan, çoğalan anlamını taşıyan ve faizin/üremin karşılığı olan bu sözcük, daha sonra Latin kökenli dillerde ortaya çıkan ve giderek tüm yeryüzü dillerine yayılan artı (+) işaretine öncülük etti. Sümer dilinde “maš” sözcüğü, faiz dışında, “sınır, çeper, keçi, kurbanlık hayvan (kâhinler için), sulama vergisi, bitki, saflık, drenaj künkü, ağaç ve ikiz” anlamlarında da kullanılıyordu.

 

Faiz anlamında “maš” sözcüğü, bugüne kadar bulunan Sümer metinlerinde toplam 1,579 kez ile, en çok kullanılan sözcükler arasında bulunuyor. Bu sözcüklerin 1,013 adeti 3,000 yıllık tabletlerde, 497 adeti 2,500 yıllık tabletlerde ve 54 adeti de 2,000 yıllık tabletlerde saptandı. Sümer metinlerinde bulunan 15 maš sözcüğünün yazılı olduğu tabletlerin yaşı ise henüz belirlenemedi. Sümer dilinde “ödeme” anlamına gelen “masdarea” da, faiz anlamında kullanılan maš köküyle türetilen sözcükler arasında sayılıyor.

 

Aslında, Meskiagnunna’nın karısı Kubaba’nın, tacir ve anlaşılan aynı zamanda dönemin bir tür tefecisi Lugalbanda’nın yüzde 20’lik faizine hararetli bir şekilde karşı çıkması boşuna değildi. Tıpkı Kubaba’nın da “biz çalıştık, evi yaptık” derken savunduğu gibi, Mezopotamya’da, eski Yunan ve Roma’da uygulanan ilk faizler, kâr ya da üretkenlik oranlarını ekonomik olarak yansıtmaktan çok, matematiksel hesaplamanın sadeliğini yansıtıyordu. En erken faizler, sayısal birimlerden çok, “birim üleşkeyi (kesir)” gösteriyordu. Bunlar; Mezopotamya’da 1/60, eski Yunan’da 1/10 ve Roma’da 1/12 üleşkelerini temel alıyordu. Ancak, Meskiagnunna’nın ve Kubaba’yı olduğu gibi, faiz konusu giderek Sümer ve Babil’de çok sayıda kişiyi, aileyi de etkiler olmuştu. Bu şikayetler sonunda, yasalarıyla ünlü Babil Kralı Hammurabi’ye de ulaştı.

 

Faiz mağduru birçok kişi, ülkenin her yanından gelip Babil’de, ünlü Ziggurat’ın önünde toplanmış, şikayetlerini Hammurabi’ye iletmişti. Kendisine ulaşan herkesi tek tek dinleyen Hammurabi, tarihin ilk faiz uygulamalarından ortaya çıkan büyük adaletsizliğe karşı, tarihin ilk “faiz yasağını” şu sözlerle ilan etti:

 

“Yer ve göğün büyük hâkimi tanrı Şamaş’ın emriyle, memlekette doğruluk parlasın. Her birinizin anlattıklarından anladığıma göre, sizler, toprak, hayvan almak, ev yapmak buğday, arpa, mısır ekmek gibi çeşitli nedenlerle borçlanmışsınız. Size borç verenler, hasat zamanı gelip borçlarını almak istediklerinde, sorunlar yaşamışsınız. Bu alacaklılar, sizden borcun yanında çok fazla faiz (maš) istemişler; bunun da anlaşma tabletlerinde olduğunu sizlere göstermişler. Bundan böyle, benim topraklarımda, hiçbir kimse, aweluma (özgür insan) verdiği, gümüş borcundan bir şekel dahi fazladan faiz alamayacaktır. Bundan böyle, benim topraklarımda, hiçbir kimse, aweluma verdiği, buğday ya da arpa borcundan, fazladan bir tane dahi buğday ya da arpayı faiz olarak alamayacaktır. Bundan böyle, izin verilenden fazla faiz ile verilen borcun tableti (mukavelesi) kırılacaktır. Bir kimse borçlanmışsa, bir fırtına tahılları yere yatırmış ya da hasat başarılı olamamışsa veya susuzluktan tahıllar büyüyememişse o yıl alacaklısına tahıl vermesi gerekmez. O yıl için hiçbir kira ödemez. Bir redûm’un, bâ’irum’un, nâsi biltim’in (vergi mükellefinin) tarlası, bahçesi veya evi gümüş (para) karşılığı verilmeyecektir (satılmayacaktır). Eğer bir awilum bir redûm’un bir bâ’irum’un veya bir nâsi biltim’in (vergi mükellefinin) tarlasını, bahçesini ya da evini satın alırsa, tableti (mukavelesi) kırılacaktır ve gümüş yüzünden (ödediği parayı) kaybedecektir. Tarla, bahçe ve ev, sahibine dönecektir. Toprağı gümüş karşılığı satın alarak sahip olanlar da diğer maddelerde belirtilen toprağı işleme veya işletme görevlerini yerine getireceklerdir...”

 

Hammurabi’nin, “ilk faiz yasağı” olarak tarih kayıtlarına da geçen bu konuşması sonrasında, hükümdarlığı altındaki topraklarda bir süre etkili olsa da, elbette faizi ortadan kaldıramadı. Sonraki dönemlerde, Sümer’den Anadolu’ya, Mısır’a uzanan topraklarda uygulanmaya devam etti. Dolayısıyla, faizin başlangıcı, günümüzden 4000 yıl kadar önceye, Sümerler’e kadar gitse de, kural ve yasalara dayanarak uygulanması, Lidyalıların “para”yı kullanmaya başlamalarının kısa süre sonrasına dayanır. Bu nedenle, “para” ile “faiz”i yaşıt olarak kabul etmek doğru olacaktır. Bu dönem, insanlığın artık Olympos Dağı’nın tepesindeki tanrılardan çok, her şeye “gücü” yetmeye başlayan “para”ya daha çok inanmaya başladığı dönemdir.

 

O çağlarda yaşamış bir Ege’linin deyimiyle: Artık, “Çok parası olanın, tanrılara fazla umut bağlamasına gerek yok”tu. “Parayla dilediği her şeye kavuşabilir”di.

 

Aristoteles, Politika kitabında, para kazanmanın bireysel ve aile geçimine ilişkin olanını, “kabul edilebilir” diye nitelerken, ticaret üzerinden kazanılan parayı “doğadan olmadığı” için kınıyor ve şöyle diyor:

 

“Faizcilikten de pek çok nefret edilir ve bu nefret tamamıyla haklıdır; çünkü faiz, paranın, adına var olduğu şeyin bir ürünü değil, paranın kendisinden çıkan bir kazançtır. Para bir değiş tokuş aracı olarak bulundu; faiz ise paranın kendisindeki bir artışı gösterir. Faiz, paradan doğan para demektir; servet edinme yolları arasında, doğaya en aykırı olanıdır.”

 

Riba (haksız kazanç) veya faize ilişkin yukarıda ifade edildiği gibi farklı yaklaşımlar ile net olmayan konuların varlığına rağmen, Müslümanların büyük çoğunluğu İslam dîninde faizin yasak olduğu düşüncesindedir. Müslümanlar arasında yaygın olan bu görüşün değişme ihtimali de düşüktür. Esasında tüm İslam hukukçuları “enflasyon oranında faiz caizdir” dese dahî, Müslümanların önemli bir bölümünün fikrinin değişmeyeceği ihtimâl dahilindedir. Zira bu algının bin yılı aşkın bir geçmişi vardır.

 

Bir yaklaşıma göre “faiz” ile “aşırı/fahiş faiz” arasında bir fark bulunmaktadır. Bu yaklaşım kendi içinde çeşitli konularda farklı yaklaşımları da barındırmaktadır. Bu hususta önemli sayıda taraftar toplayan görüş, ribanın fahiş faizi ifade eden bir terim olduğu yönündedir. İngilizcede fahiş faiz için “usury”, normal oranlarda seyreden faiz için “interest” kavramları kullanılması ve Hıristiyanlık ile Musevilikte usury/fahiş faizin yasak olması, bu hususta dile getirilen önemli savdır.

 

Örneğin, bazı hukukçular, Hz. Peygamber'in Veda Hutbesi’nde kullandığı “ribâ el-cahiliye” teriminden hareket ederek İslam’da yasaklanan faizin, İngilizcede “usury” olarak geçen tefecilikte kullanılan fahiş faiz oranı olduğunu ifade etmektedirler. Diğer taraftan bir kısım hukukçu konuyu tamamen zaruret ve maslahat yaklaşımı içinde değerlendirmektedir. Enflasyon karşısında değer kaybeden para için enflasyon oranında faiz alınmasını uygun gören hukukçular da bulunuyor.

 

Hammurabi’nin ünlü söylevi ile başlayan faiz yasağı, sonraki dönemlerde Attika’da Solon ve başka ülkelerde farklı gerekçelerle faiz yasaklansa da, günümüze kadar büyük ve çalkantılı bir yolculukla gelip, hemen tüm ülkelerin merkez bankaları, ve bu bankaların farklı temellerde değerlendirdiği birer “faiz politikası” bulunuyor.

 

Türkiye’nin de, farklı dönemlerde ve yönetimlerde, olumlu ya da olumsuz etkileri olan faiz politikaları yürüten ve hemen başlığının yanında “Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır” yazan bir merkez bankası (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası - TCMB) bulunuyor. Günümüzde, TCMB gibi, hemen tüm merkez bankalarının asıl olarak temel görevi “fiyat istikrarını korumak” olarak belirlenmiştir. Bilindiği gibi fiyat istikrarı, ya da bir başka deyişle enflasyonsuz ya da düşük enflasyonlu ekonomi, arz ve talebin olabildiğince dengede tutulmasıyla olanaklı olabiliyor; bunun için de para arzının kontrol altında tutulabilmesi için merkez bankalarının uyguladığı “politika faizleri” büyük önem taşıyor.

 

Merkez bankaları, tüm ekonomiyi temelden etkileyebilecek faiz politikalarını, içerdikleri oldukça teknik ayrıntıların dışında, olası ekonomik kaygılar ve talepler nedeniyle, başta ilgili ülkenin yönetimi olmak üzere, ekonominin tüm bileşenlerinden bağımsız bir şekilde uyguluyorlar; bunların başında da elbette faiz kararları geliyor. Ancak, bu durum Türkiye ve benzeri başka ülkelerde her zaman aynı duyarlılık ile yürütülemiyor ve zaman zaman da oldukça olumsuz sonuçlara yol açan müdahalalelere maruz kalınabiliyor.

 

Bunlardan bir tanesi de, yakın geçmişte Türkiye’de yaşandı. TCMB Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 24’ten yüzde 19,75’e ve bir sonraki toplantıda da (12 Eylül 2019) yüzde 19,75’ten yüzde 16,50’ye indirdi. Bu, politika faizinin art arda iki toplantıda toplam 750 bazpuan (7,5 puan) birden indirilmesi anlamına geliyor.

 

Söz konusu faiz indirimlerinin, “nas” söylemleri ardından gelmesi, yalnızca Türkiye’de değil, küresel düzeyde iş dünyası ve ekonomi çevrelerinde, merkez bankasına müdahale olarak yorumlandı ve ortaya çıkan belirsizlik, döviz kurlarının yanında enflasyonu da oldukça hızlı tırmandırdı. Buradan da anlaşılacağı gibi, faizin ortaya çıktığı ilk zamanlardaki gelişmeleri analiz eden çağdaş ekonomistler, Hammurabi’nin yasaklamasını “haklı gerekçelere” dayandırsalar da, özellikle sonraki yüzyıllarda önemli müdahalelerin yapılmadığına dikkat çekiyorlar; ta ki Türkiye’de “nas” tartışmalarının yapılmasından kısa süre sonra yapılan faiz indirimlerine kadar.

 

Böylece, başlangıçtaki “mas” ile insanlığa “artı” işaretini armağan eden faize, yüzyıllar sonra gelen “nas” ile ciddi bir darbe vurularak, enflasyonun ve döviz kurlarının fitili ateşlenmiş oldu.

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.