27 Eylül 2023

Hamid’in Öyküsü Özet Fikret Yegül

hamidin-oykusu-ozet-fikret-yegul

Bu masal 1950’lerin sonunun Türkiyesinde yatılı bir lisenin son sınıfında olan Hamid’in masalıdır. Anlatılan dönem ders yili başlangıcı olan bir yaz sonundan ertesi yıl mezun olup üniversiteye başlayacakları sonbaharı kapsayan tam bir yıldır. Hamid’in okulu genellikle “kolej” denilen ve kökenleri 19. yüzyıla uzanan Amerikan Hristiyan misyonerlerinin kurdukları bir eğitim kurumudur;

Öykü, bir yere kadar yazarın kendi okulu ve anılarına dayanıyor -fakat bu genel çerçeve dışında olaylar, şahıslar ve yerler tamamen kurgudur ve fantezidir. Hamid de dâhil, şahıslar yazarın yaşamı boyunca rastladığı kimselerin birleşmesiyle yaratilmiştir. Kategori olarak, anı-öykü-edebiyat grubu içindedir. Öyküyü anlatan (“ben”) Hamid’i iki yerden izlemiştir: birincisi, kendisinin de öğrenci olduğu yatılı okulda; ikincisi, yıllar sonra Ankara’da surrealist bir ortamda rastladığı ve anlaması güçleşmiş yaşlı bir Hamid’le geçirdiği, ve Hamid’in kendi karanlık öyküsünü bir efsane gibi anlattığı, üç içkili gecede. Bu gecelerde felsefe ve gerçek, tezatlar içinde kaydırak oynuyorlar. Sonunda ben/anlatan kendisinin Hamid’le sanki yer değiştirdiğini hissediyor, korkuyor, ve sonucu öğrenmekten kaçıyor.

 

Hamid ince uzun, yürürken hafif kamburlaşan sırtıyla tam bir Anadolu taşra gencidir. Köy kökenlerine bağlı (veya öyle görünen), hoşgörülü, yerinde hafif komik ve esprilidir. O sıralarda hemen hepimizin zamanın Amerikan gençlik dünyasının yarattığı havalı modaları ve havalı kültürü takip ettiği; popüler olmak için bir spor dalında beceriyi gerektiren ortamda; Hamid’in kırsal görünümü, üstünden kayan garip giysileri, saf hâlleri ve eski moda dürüstlüğü, sınıf arkadaşlarına çekici gelmekteydi. Fakat, Hamid’in bu masum, sevecen şahsiyeti ne derece gercektir ne derece hesaplıdır? Okurlar, Hamid’in öyküsünde bir karanlık olduğunu sezebilirler. Hamid spor dallarının tümünde felaketti. Buna rağmen, basketbola olan garip sevgisi onda okul takımına girebilmek gibi olamayacak bir heves, hatta tutku yaratmıştı. Sonunda amansız bir çalışmayla –kendi dediğine göre, Newton’un “İkinci İvme Yasasına” uyarak –potaya tekrarlı ve başarılı top yollama yeteneğini elde etti.

 

Hamid’in Öyküsü yedi ana bölüme ayrılmıştır. Birinci ve ikinci bölümler sonbahar döneminde okulda geçer; üçüncü bölümde Hamid Yılbaşı tatili için gittiği taşra kasabasında, evi ve ailesiyle beraberdir. Dördüncü ve beşinci bölümlerde Hamid tekrar kış ve bahar dönemleri için yatılı okuluna döner. Öykünün son iki bölümünde mezuniyetten sonra Hamid sılasına ve evine dönmüş, üniversite giriş sınavlarını pek içtenlikle olmasa bile, düşünmeye başlamıştır. Yılbaşı tatilinde tanıştığı kent lisesinin spor öğretmeni Ahmet (ağabey) basketbol “koçu” olarak Hamid’i çalıştırır. İlişkileri top sahasının dışında sevgi dolu bir arkadaşlık olarak gelişir —bu ilişki dış dünyada sorgulanır ve kınanır, çünkü Ahmet eşcinseldir ve kasabada eşcinsel olarak tanınmıştır. Bir taraftan yaramaz kız kardeşi Zühal’le yastık kavgaları; diğer taraftan babasının bozulan işine yardımları; hastalığı günbegün artan sevgili annesinin bakımı; annesinin kendisi için uygun gördüğü, fakat  evlilik değil üniversiteyi ve mühendis olmayı düşleyen Hamid’in, haksız bir biçimde ve annesini çok üzerek, “tepsi suratlı” dediği, güzel Süheyla ile başlayan önce çıkmaz ama sonraları Hamid’i romantik bir biçimde saran ilişki gibi olaylar içinde, Yılbaşı tatili sona erer ve Hamid okuluna ve arkadaşlarına döner.

 

Kış dönemine son sınıf “Türkçe matematik” (veya ‘calculus’) denilen zorlu bir matematik dersinin ağırlığı ve korkusuyla başlıyor. Mühendis olmak isteyenler için elzem olan calculus, Hamid’in cok başarılı olduğu bir konuydu. Fakat Hamid her fırsatta arkadaşları arasında başarısını patolojik bir alçak gönüllülükle küçümserdi. Kolej kendi bölgesinde basketbol şampiyonu oluyor ve bu basarıda yedek oynayan Hamid’in son oyundaki üç puanlık basketiyle “kahraman” rolüne yükseltiliyor. Fakat takım Ankara’da liseler arasi millî şampiyonada kolayca yenilerek eleniyor. Son sınıf için ürkütücü yıl sonu bakalorya sınavları yaklaşırken, gençler gururlu bir teslimiyet içinde, en devamlı ve içten bildikleri “evleri” olan yatılı okuldaki yedi yıllık beraberliklerinin sona ermek üzere olduğunu hissediyorlar. Bu duygu ilişkilerinde sevecen fakat dokunaklı bir hava için geçiyor okuldaki son günleri –sanki geçmişe bir ağıt gibi! Final sınavlarına bir hafta kala Hamid müdürün odasına çağrılıyor ve orada annesinin ciddileşen hastalığı dolayısıyla onu eve götürmeye gelen babası Mustafa Beyi buluyor. Baba oğul lüks motorlu trende evlerine giderken Mustafa Bey Hamid’in sevgili annesini kaybettiklerini, cenazenin ertesi gün kaldırılacağını bildiriyor. Bu derin kaybın arkasından Hamid, Ahmet ağabeyin eşcinsellik nedeniyle doğuda küçük bir kente yollandığını ve orada toplumsal baskı yüzünden intihar ettiğini öğreniyor. Hamid sevdiği kasabasının ve ülkesinin ve bu ülkenin onurlu ve sevecen insanlarının homofobik bağnazlığını o günlerin Türkiyesinde anlamak için zorlanıyor. Kendini anlamak için zorlanıyor. Öykünün bu kısmında Ahmet’in trajik ölümünden duyulan üzüntü bizi kaba cinsel duygular dışında arkadaşlığın kırılgan doğasını ve insan ilişkilerinin eşsiz ve geçici özünü fark etmeye davet ediyor.

 

Yaşlanan babaların yerine oğullarının geçmesi gerektiğine inanan Mustafa Bey ve iş arkadaşları tarafından gıpta ile izlenen Hamid, aile şirketini özenle yönetmeye devam ederken yaz ve yazla beraber üniversite başvuru tarihinin geçtigini anlayor. Güzel Süheyla ile ilişkileri yeni ve daha sıcak evreye girmistir. Bir gun kız kardeşi ile evlerinin avlusunda göç eden leyleklerin bir sürü hâlinde güneydeki kışlık evlerine uçmasını izlerken, Zuhal bir çığlık koparıyor: “Ağabey, leylekler leylekler, bak evlerine gidiyorlar!” Hamid kendisi için evin neresi ve nerede olduğunu düşünüyor.

 

Kasabanın alçak gönüllü halkının sıcak duyguları ve hoşgörülü mutluluğu ile kucaklanan, eski mahallelerin kıvrımlı Arnavut kaldırımlı sokakları, mor salkımlarla süslü bahçe duvarları, yemyeşil tepelerinin ve beyaz minarelerinin arasında toplanmış kırmızı çatılı evleri ve bu evlerin arasında kendini tanıyan ve seven kasaba insanları ile kucaklaşan Hamid, Anadolu kentinin sessiz güzelliğini ve Süheyla’yı hüzün ve huzur içinde kabulleniyor. Üniversite giriş sınavları bu rüya gibi gerçek dışı akıcı dünyada arka plana atılıyor. İnsan yaşamında sevgi veya huzurun ne olduğunu sorgulayan bir ortamda, kitap hiç beklenmedik bir şekilde sona eriyor.

 

İlk bakışta bu küçük romanın bir gencin çocukluktan büyüklüğe doğru aldığı yolun öyküsü olduğunu düşünebiliriz. Hamid’in kayıplarla dolu genç yaşamını izlerken öykü bizi daha derin sorularla baş başa bırakıyor. Hamid nereye gidecek? Yaşam çizgisi ne olacak? Zaman ve mekân olarak bizimkinden çok daha değişik ve uzak olan bu yaşam tuvalinde, Hamid’in dünyasının değerleri bugünkü kendi değerlerimize taze bir gözle bakmamızı sağlıyor. Sonunda, Hamid’in örneğiyle evrenin zaman dışı, insani ve felsefi sorunlarıyla –Hamid’in bir Ankara gecesinde, Kavaklıdere’de, ıssız bir kır parkında kaldığı gibi– baş başa kalıyoruz: kimiz ve nasıl yaşamalıyız?

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.