Can Baydarol - Korku

Korku
Can Baydarol
İtiraf etmeliyim, yaş ilerledikçe bazı melekeler geriliyor. Artık gözlerim elverdiği ölçüde okuyup, yazabiliyorum. Elime aldığım ve ancak üç günde bitirebildiğim son kitap, reklamı çokça yapılan Dan Brown’ın “Sırların Sırrı” oldu. Kitaptan uzunca bahsedip, okumaya niyetli olanların (ki okumaya değer) heveslerini kaçırmayacağım. Ancak güzel bir Prag turu yapmak isteyenlere tavsiye edeceğim ve en büyük sırrı da bu noktada kaçınılmaz olarak açıklayacağım. En büyük korku ölüm ve sonrasındaki bilinmezlik korkusu, eğer bu korkunun üstesinden gelinebilirse, o zaman dünyaya barış hakim olur.
Evet yazarın bu çıkarımı ve ölümün çokta korkulacak bir şey olmadığından yola çıkıp güncel korkularımıza geri dönersek.
Sizce Trump’ın kazara Nobel Barış ödülü almasından aklı başında kaç kişi korkmuştur. Pek ihtimal vermemekle birlikte, korkmasam da endişelenmedim değil. Düşünün Filistin soykırımının baş aktörü Netanyahu’yu zafer kazanan komutan mertebesine yükselten ve bu zaferi kendisinin tedarik ettiği yüksek teknolojili silahlara bağlayan, mevcut ateşkes koşullarına uyulmaması halinde Gazze’nin yeniden cehenneme döneceği tehdidi savuran ABD Başkanı’nın “Barış ödülü” alabileceğini.
Sizce bu ateşkesin sürdürülemeyeceği korkusu haksız bir korku mu?
Peki bu korkuyu bir yana bırakıp AB’nin korkularına geçersek.
AB Komisyonu en azından şimdilik Rusya’nın AB için bir tehdit oluşturmadığını, ancak bunun ilerideki dönemler için bir garanti olmadığını açıkça beyan ediyor. Komisyon sözcüleri 2030’a kadar hazırladıkları bir yol haritası ile Avrupa’nın güvenliğini nasıl sağlayacaklarını ifade ettiler. Şimdilik gelinen yıllık bütçe 392 milyar Euro. NATO ile birlikte hareket edecekleri söyleniyor olsa da, özellikle ABD’den ve NATO’nun geleceğinin belirsizliğinden duyulan endişe ifadelerin satır aralarında gizli.
Hatta bir adım daha ileri gittiğimizde AB’nin artık sadece ekonomik bir birlik olma iddiasından öteye giderek gerekirse NATO’nun da yerini alacak bir Savunma Topluluğu’na dönüşme niyetini de okumak olası. NATO’nun ünlü 5inci maddesinin bir kopyası olarak, bir AB ülkesine saldırılması hali bütün AB’ye saldırılmış olarak varsayılır ve topyekun karşılık verilir şeklinde ifade ediliyor. Bu çerçevede Avrupa savunmasının Ukrayna’dan başladığının altı da çizilmiş.
Diğer büyük soru bu yeni yaklaşımın üye devletlere nasıl yansıyacağı. Geçtiğimiz hafta içinde Fransa büyük bir hükümet krizi ile karşı karşıya geldi. Yapılan yorumlar hükümet krizi bir yana 5inci Cumhuriyet’in sonunu getirebilecek bir rejim krizinin kapıya gelip dayandığı noktasındaydı. Macron’un başbakan olarak atadığı Lecornu hükümeti Fransa tarihinin en hızlı istifa eden (18 saat) hükümeti oldu. Lecornu’den başka sığınacak limanı kalmayan Macron kendisini bir daha atadı. Aşırı sağın güvensizlik önergesine hayır diyen aşırı sol, aşırı solun güvensizlik önergesine hayır diyen aşırı sağ sayesinde hükümet şimdilik ayakta kaldı. Önümüzdeki hafta yapılacak bütçe görüşmelerinden sonra ne olur? bilemiyoruz. Ama yukarıda bahsettiğimiz Avrupa güvenlik harcamaları söz konusu olduğunda sosyal devlet olma iddiasının giderek ikinci planda kaldığı, mevcut sorunlara çözüm getiremediği ölçüde sol kanat zayıflarken, aşırı sağın daha da güç kazandığı bir siyasi ortam Avrupa’nın geneline hakim.
Biraz da bakışlarımızı Uzakdoğu’ya çevirelim. ABD ve AB’nin en büyük korkusu Rusya, Hindistan ve Çin ittifakı. Bu çerçevede Trump Hindistan Başbakanı Modi ile bir araya gelerek ilave gümrük vergilerinin karşılıklı olarak kaldırılması karşılığında, Hindistan’ın Rusya’dan aldığı ve büyük bir kısmını işleyerek Çin’e sattığı petrolün kademeli olarak sonlandırılacağını beyan etti. Bu beyana karşılık, Hindistan Dışişleri bakanlığı Trump’ı yalanlamakta gecikmedi. Rusya’nın en büyük gelir kaynağı olan petrolün nasıl şekil alacağı şimdilik meçhul. Rusya petrol gelirini almaya devam ettiği sürece da Rusya Ukrayna savaşının devam etmesi de kaçınılmaz.
Hindistan’dan söz etmişken, AB’nin de bu çerçevede devreye girmek niyetinde olduğu, AB Komisyonu başkanı von der Leyen’in geçtiğimiz hafta içinde yaptığı, “Hindistan konusunda artık proaktif olmalıyız!” mealindeki beyanından anlaşılıyor.
Peki ya bizim korkularımız?
ABD İsrail ekseninde mi kalmaya devam edeceğiz? Sayın Bahçeli’nin önerileri doğrultusunda Rusya Çin (nedense Hindistan faktörü yok sayılmış) ekseninde mi çıkış kapısı arayacağız? Son Brüksel mitinginden anlayabildiğimiz kadarı ile Sayın Özel’in AB yoluna tekrar dönme ifadelerinde mi geleceğimizi şekillendireceğiz?
Bilememe ve belirsizlik algılama korkularımda haksız mıyım?
Korkusuz günlerde tekrar buluşmak umuduyla…