Antakya: Büyük yıkım sonrası yıllar ardı ardına dizilmeye devam ediyor Müge Okur

Antakya: Büyük yıkım sonrası yıllar ardı ardına dizilmeye devam ediyor
Müge Okur
Bu ülkenin 11 ili, 6 Şubat sabaha karşı saat 04.17’de hafızalardan asla silinmeyecek bir acıyla doğmamış sabaha uyandı. Kimi yalınayak buz gibi sokaklarda, kimi tonlarca ağırlıktaki enkazın altında, şanslı olan büyük bir çoğunluk da uykusuz bir gecenin aydınlanmasını beklerken başka başka ‘güvenli’ illerde. Bütün bir ülke devasa enkaz alanına dönüştü; depremin yarattığı insanlık dışı görüntüler biz ‘şanslı olanlar’ın hayatını da saat saat yıktı.
Şüphesiz ki depremden en çok etkilenen yerleşim bölgesi Antakya oldu. Canını veren insanlar birer birer rakama dönüşürken, kaybedilen koskoca bir il, anılar, yaşanmışlıklar, kültür ve bir daha asla eskiye dönemeyecek olan bir kent olarak yüzümüze vurdu. Antakya pek çok kültürü, etnik köken ve inancı iliklerine kadar yaşayan bir şehirdi.
Bu acının üzerinden iki koca yıl geçti. Deprem ve doğal afetler birçok farklı şekilde tartışılabilir: Canını veren insanlar hep ayrı ve tartışmasız bir yerde durmak üzere, ekonomik ve ekolojik bir yıkımdan bahsedilebilir. Bazılarımıza vicdansızca gelebilir, hâtta bu satırları yazarken bana bile vicdansızca geliyor, elim titreyerek, kelimeleri dakikalarca düşünerek yazmama neden oluyor. Ancak depremin bölgede yarattığı ekonomik yıkım göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçek: Antakya’da artık hiçbir şey eskisi gibi değil, yakın zamanda da olamayacak.
Doğal afetler gezegenin hemen her yerinde yaşanır, yaşanmaya da devam edecektir. ‘Altın saatler[1]’ geride kaldıktan sonra afet bölgesinde hayatını sürdürmek zorunda olan insanlar yıkımın ekonomik ve ekolojik boyutlarıyla da yüzleşmek zorunda kalırlar. Bugün bölgede, ama özellikle Hatay’da, yüz yüze gelinen durum da tam olarak budur. İki yılın ardından hâlâ kalkmayan enkaz, yalnızca depremin gerçekleştiği saatteki yıkılan evlerin enkazı değildir: İş yerleri de artık yok olmuştur. İş yerlerini depremde kaybeden insanların hayatlarına yeniden başlaması imkânsıza yakındır. Halihazırda veriler de zaten bunu göstermektedir. Hatay esnafı birbiri ardına belirsiz süreliğine kepenk kapatmakta, başka illere göç etmeye devam etmekte, basit gündelik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ucuz iş gücü sarmalına katılmak zorunda kalmaktadır. İş bulmak ise “imkânsız”ın sözlük anlamıyla eş değerdir.
Deprem yalnızca ölümcül ve ekonomik bir yıkım getirmemiştir. Çevresel olarak da bölgedeki yıkımın basamaklarını oluşturmaya adaydır. Enkazdan ayrıştırılmadan atılan (mecburiyet ve önceliklerden) molozlar, darmaduman olan altyapının bertaraf edilemeyişi, telef olan çiftlik hayvanlarının toprağa ve suya karışan bedenleri, enkazlardan çıkan inşaat malzemelerinin çevreye saçılması bölge halkının üretim sürecine yeniden başlamalarında zorlayacak etkenlerdir.
Doğal afetler gezegenimizin, korkunç da olsa, gerçeğidir. Ancak tüm bu afetlerden sonra “yeniden başlama” politikaları hayatımızı kolaylaştıracak, hepimizi eşit, adaletli koşullarda iyileştirecek bir zemin yaratmalıdır. Bölge ile ilgili bugüne kadar çok sayıda haber, video, belgesel, makale v.b. yayınlanmıştır. Hepsinin açık mesajı şudur: “Antakya’da yaşamak zor değil, imkânsızdır.” Ve orada yaşamak mecburiyetinde olan insanlar imkânsızı başarmak zorundadır; hayatta kalmak ve yeniden başlayabilmek için. Böylesi bir yıkımdan seneler ardı ardına dizilmeden çıkmanın bir yolu bulunmalıdır.
Ülkemiz ne yazıktır ki toplumsal hafızasının son derece zayıf olmasıyla bilinmektedir. Yaşanan onca acı katlanarak artarken ve her gün yerine yenisi eklenirken toplumsal belleğimiz bozuk bir bilgisayar hafıza kartı gibi bocalamaya, flu anılara sıkışıp, “dün olan, neydi o ya?” dediğimiz balıksal bir sınıra dayanmış haldedir.
Tam da Antakya'daki depremin ikinci yıldönümü üzerinde konuşmalar ve anma etkinliklerine ilişkin hazırlıklar sürerken, Yunanistan'ın Santorini adası çevresindeki sularda çok sayıda deprem meydana geldi. Turistik merkez hafta boyunca sismik faaliyetlerle sarsıldı ve Pazar gününden bu yana binlerce deprem kaydedildi.
Yetkililer depremlerin dakika dakika kaydedildiğini bildirirken, 11.000'den fazla kişi Ada'yı terk etti. Uzmanlar, popüler turistik adadaki bu “sismik kriz” döneminin ne zaman sona ereceğinin belli olmadığı uyarısında bulundu.
Perşembe günkü depremler, Çarşamba günü iki Yunan adası arasındaki sularda meydana gelen 5.2 büyüklüğündeki sarsıntı kadar şiddetli olmadı ve herhangi bir yaralanma bildirilmedi ve adada büyük bir hasar da meydana gelmedi.
Büyüklüğü 6.0 ve üzerinde olan depremler şiddetli olarak kabul edilirken, bölgede şimdiye kadar yaşanan en şiddetli deprem olan 5.2 büyüklüğündeki depremler orta şiddette kabul ediliyor.
Avrupa'nın deprem riski en yüksek ülkelerinden biri olan Yunanistan'da yetkililer, Perşembe günü adadaki olağanüstü halin 3 Mart'a kadar yaklaşık bir ay süreyle yürürlükte kalacağını açıkladı. Sismologlar, yaptıkları açıklamalarda son sismik hareketliliğin ne kadar süreceğini tahmin etmenin zor olduğunu belirtirken, yetkililer bunun haftalarca sürebileceği uyarısında bulundu.
Atina Ulusal Gözlemevi Araştırma Direktörü Dr. Athanassios Ganas BBC'ye yaptığı açıklamada, “Bu gerçekten eşi benzeri görülmemiş bir durum, Yunanistan'da [modern zamanlarda] daha önce hiç böyle bir şey görmedik. Sismik bir krizin ortasındayız” dedi.
Cuma günü başlayan deprem “kümeleri”, büyük bir şokla bağlantılı olmadıkları için böyle bir modelin olağandışı olduğunu söyleyen bilim adamlarını şaşırttı. Dr Ganas, nispeten küçük bir alanda, ana şok ve şok sonrası dizilim modeline uymayan çok sayıda deprem gördüklerini söylüyor.
Adada kalanlar olası bir tsunamiden korkuyorlar. Binaların suya çok yakın durduğu adanın Monolithos plajı boyunca yerleştirilen çuvallardan olası tsunamiye karşı savunmalar inşa ettiler.
Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, Çarşamba günü erken saatlerde sivil savunma uzmanlarının katıldığı bir toplantıda iyimser bir tonda konuştu. “Tüm planlar uygulamaya konuldu. Güçler Santorini'ye ve diğer adalara taşındı, böylece her türlü olasılığa hazırız” dedi.
Santorini, yanardağların oluşturduğu bir adalar zinciri olan Helenik Volkanik Yay olarak bilinen bölgede yer alıyor ancak son büyük patlama 1950'lerde yaşandı. Yunan yetkililer son sarsıntıların volkanik faaliyetlerle değil tektonik plaka hareketleriyle ilgili olduğunu söyledi. Bilim insanları depremlerin kesin zamanlamasını, büyüklüğünü ya da yerini tahmin edemezler.
Uzmanlara göre, mevcut sismik aktivite ağırlıklı olarak, Santorini'nin yaklaşık 30 km kuzeydoğusunda ıssız bir adacık olan Anydros'un yakınında yer alıyor. Bu bölge, Afrika tektonik plakasının yavaşça Avrasya plakasının (ve özellikle Ege mikro plakasının) altına kaydığı “Helenik dalma-batma bölgesi”nin volkanik yayı içinde bulunuyor. Bölge, volkanların yanı sıra yerkabuğundaki çok sayıda zayıf bölgeye de ev sahipliği yapıyor - yer bilimcilerin genellikle “faylar” olarak adlandırdıkları şey.
Santorini'nin, büyük ölçüde su altında kalmış bir kaldera (patlama sonrası krater zemininde oluşan çukur) olduğunu vurgulayan uzmanlar, son patlamasının 1950'lerde olmak üzere son 180.000 yıldaki volkanik faaliyetler sonucunda oluşmuş bir krater olduğuna dikkat çekiyor.
Depremlerin, volkanik faaliyetlerle, özellikle de magmanın yüzeyin altındaki hareketiyle bağlantılı olabileceğine dikkat çeken uzmanlara göre, bu deprem dizisi Santorini'nin altında yer almıyor. Santorini'yi izleyen yerel bilim insanları, mevcut sismik aktivitenin başka bir Santorini patlamasının habercisi olduğunu gösteren hiçbir değişiklik bildirmediler. Bunun yerine, depremler Santorini ile komşu ada Amorgos arasında uzanan faylarla aynı hizada görünüyor.
Yakındaki fayların daha önce de deprem ürettiği biliniyor. Örneğin 1956 yılında burada meydana gelen 7.8 büyüklüğündeki bir deprem de, zarar verici bir tsunami yarattı ve hemen ardından 7.2 büyüklüğünde bir artçı deprem meydana geldi. Bu depremde, artçı şok ve tsunami sonucunda en az 53 kişi yaşamını yitirdi.
[1] Acil tıpta altın saat, travmatik bir yaralanmadan hemen sonraki, acil tıbbi ve cerrahi tedavinin ölümü önleme olasılığının en yüksek olduğu zaman dilimidir. Başlangıçta bir saat olarak tanımlanmasına rağmen, tam zaman dilimi yaralanmanın niteliğine bağlıdır ve bu süreden daha uzun veya daha kısa olabilir. (e.n.)